Borç Nedir
Borç Nedir ? Borç Ne demek ?
1-)BORÇ
Geri verilmek üzere alınan para veya eşya;
bir veya birkaç kişiye yahut bir kuruma karşı yerine
getirilmesi gereken yükümlülük, ödünç.
Borç yahut fıkhi terim olarak "deyn"
genellikle borçlunun ödemeyi teahhüt ettiği nakit veya borçlunun
zimmetinde bulunan misli eşya; yani ölçü, tartı vb. yollarla
benzeri ile ödenebilen eşya karşılığında
kullanılan bir terimdir. Borcun zimmetinden maksat da
şahsın borcu yüklenme kabiliyetidir.
İnsanların birbirleriyle
yardımlaşma yollarından biri de borç alıp vermedir.
Borç alıp verme işlemi İslam'da nakit para gibi sayılabilen;
buğday, arpa, pirinç gibi ölçülebilen; yahut altın, gümüş
ve et gibi tartılabilen; ya da yumurta ve ceviz gibi büyüklükleri
birbirlerine yakın olan mallarda geçerlidir. Fakat hayan vs. gibi
her birinin kendine göre ayrı ayrı değer ve özelliği
bulunan mallarda borçlanmanın olup olmayacağı hususu ise
İslam hukukçuları arasında ihtilaflı bir konudur. Böyle
bir borçlanmanın caiz olmadığı kanaatinde olan Hanefi
hukukçuları; "alınan borç harcanır, sonra benzeri
ödenir. Canlı bir koyun borç alındığında
tamamen aynı özelliklere sahip bir koyun bulunmayabilir. Onun için
bu gibi borçlanmalarda taraflardan biri mağdur olabilir"
demektedirler. Borç alınan para para ile; buğday buğday
ile ödenir. Fazla bir şey verilmez, istenirse faiz olur.
Borç verme İslam'da sevaptır. Dinimiz bunu
teşvik etmiştir. Hatta bazı durumlarda sadaka vermekten de
sevaptır. Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Eğer
Allah'a içten gelen istekle ödünç verirseniz, Allah onu sizin için
kat kat artırır ve sizi bağışlar. " (et-Teğabun,
64/17). Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de bir sadakaya on misli sevap
verileceğini, borç vermeye ise onsekiz misli sevap verileceğini
bildirmiştir (et-Tergib ve't-Terhib, II, 40).
Bir kimse borç verdiği para vs.'nin bir
kısmını veya tamamını
bağışlayabilir. Borçlusu güç durumda ise ona kolaylık
gösterilmesine, hatta mümkün ise alacağını
bağışlamasını teşvik etmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de:
"Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar
ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu
bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır"
(el-Bakara, 2/280) buyrulur. Yani şayet borçlulardan herhangi bir
kimse zor durumda kalmış ise "darda ise, eli
genişleyinceye kadar mühlet veriniz. " Böyle bir durumda
verilecek olan hüküm, onun borcunu rahatlıkla ödeyebileceği
zamana kadar imkan tanımaktır.
" Eğer bilirseniz sadaka olarak
bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.
"
Borçlunuz olan kimse borcunu ödeyemeyecek kadar zor
durumda olursa ona mallarınızı veya bir
kısmını sadaka olarak bağışlamanız
kıyamet gününde sizin için daha hayırlıdır. Burada
"eğer bilirseniz" şartının getirilmesi
teorik olarak bilmeden kasıt, beraberinde amelin de söz konusu olduğu
bir bilgidir. Buna göre takdiri mana şöyle olur: "Şayet
sizler bunun Allah katında olduğunu bilerek gereğince amel
edecek olursanız, ona sadaka olarak bağışlamanız
için daha hayırlıdır."
Tebarani'nin Ebu Umame (r.a.)'den nakline göre
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Kendi gölgesinden başka
hiçbir gölgenin bulunmayacağı bir günde Allah'ın
kendisini gölgelendirmesini arzu eden bir kimse, zor durumda kalmış
olana kolaylık sağlasın veya onun borcunu indirsin."
Bu manada pek çok hadis vardır. (İbn Kesir,
Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, İstanbul 1984, I, 491).
Buhari Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet etmektedir:
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "İnsanlara borç
veren bir tüccar vardı. Zor durumda kalmış birisini görünce
çocuklarına, onun borcunu affedin, belki Allah bizi
bağışlar derdi. Nihayet Allah da onu
bağışladı. " (İbn Kesir, aynı yer).
İmam Ahmed'in rivayetine göre İbn Ömer
şöyle dedi: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Duasının
kabul olunmasını, kederlerinin açılmasını
isteyen, borcunu ödeyemeyen, zorda kalmış kimseyi bu durumdan
kurtarsın." (Ahmed b. Hanbel, II, 23)
Taberani İbn Abbas'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Borcunu
ödemekte zorluk çeken birisine kolaylıkla ödeyeceği zamana
kadar mühlet veren bir kimseye, Allah da günahı sebebiyle tövbe
edinceye kadar mühlet verir. " İbn Abbas'ın rivayet edip
İmam Ahmed'in kaydetmiş olduğu hadise göre Rasulullah (s.a.s.)
şöyle buyurmuştur: "Borcunu ödemekte zorluk çeken
birisine mühlet veren veya borcunun bir kısmını
bağışlayan kimseyi yüce Allah Cehennem ateşinden
korur" (Buhari, Buyu' 17; Müslim, Zühd 74; Tirmizi, Buyu' 67;
İbn Mace, Sadakat 14; Ahmed b. Hanbel I, 327, II, 359).
İmam Ahmed Bureyde'den rivayetle: "Peygamber
(s.a.s.)'in şöyle buyurduğunu dinledim: "Borcunu ödemekte
zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimse her gün için onun gibi
bir sadaka vermiş gibi olur." Bureyde devamla dedi ki: Sonra da
onun şöyle buyurduğunu dinledim: "Borcunu ödemekte zorluk
çeken birisine mühlet veren bir kimseye, mühlet verdiği her gün
için iki katı sadaka yazılır. " Bunun üzerine ben:
"-Ey Allah'ın Rasulü, seni, borcunu
ödemekte zorluk çeken birisine mühlet verene her gün için onun gibi
sadaka vardır, derken dinledim; sonra da yine seni, borcunu ödemekte
zorluk çeken birisine mühlet veren kişiye her gün için iki kat
sadaka verilmiş gibi olur buyurduğunu işittim" Hz.
Peygamber şu cevabı verdi:
"Borcun vadesi gelmeden önce verdiği her bir
mühlet için onun gibi bir sadaka vardır. Borcun vadesi
geldiğinde ona mühlet verecek olursa iki katı sadaka
vermiş gibi olur." (Ahmed b. Hanbel, IV, 442-443, V, 300, 308)
Borçlunun alacaklıdan biraz indirim
yapmasını istemesi caizdir. Malikilerden bazıları
bunu mekruh görmüşlerdir; zira bunda bir minnete katlanma
vardır. Kurtubi: "İhtimal kerahati mutlak söyleyenlerin
maksatları bunun hilaf-ı evla olduğunu anlatmaktır."
demiştir. Ayni, İmam A'zam'ın görüşünün de böyle
olması gerektiğini söylemiştir. Nevevi indirim istemekte
beis olmadığını söyledikten sonra: "Lakin
zaruret yokken ısrar derecesine, nefsi tahkire veya ezaya vardırmamak
şarttır." diyor.
Rasulullah (s.a.s.) borçlu olarak ölenin cenazesini
kılmazdı. (Bir gün) bir cenaze getirildi.
Rasulullah (s.a.s.):
"- Onun borcu var mı?" diye sordu.
- Evet iki dinar borcu var, dediler. "-
Arkadaşınızın namazını
kılınız, " buyurdu.
Bunun üzerine, Ensar'dan olan Ebu Katade;
- O iki dinarı ben yükleniyorum, Ya Rasulullah,
dedi. Hz. Peygamber de adamın namazını kıldı.
Allah (c.c.), Rasulüne fetihler müyesser buyurunca,
efendimiz:
"Ben her mümine kendi nefsinden daha evlayım.
Her kim borç bırakırsa (borçlu ölürse) onu ödemek bana
aittir. Kim de mal bırakırsa varislerine aittir." buyurdu.
(Buhari, Feraiz 15; Müslim, Feraiz, 16; Ebu Davud, Buyu, 9;
Tirmizi, Cenaiz, 69; İbn Mace, Mukaddime,11; Sadakat 13; Nesai,
Cenaiz, 67; Iydeyn, 22).
Rasulullah (s.a.s.) bir kafileden, yanında
parası olmadığı halde bir dana satın aldı.
Danaya kar verildi. Rasulullah da sattı. Karı, Abdülmuttaliboğullarının
muhtaç kadınlarına dağıttı ve: "Bundan
sonra yanımda para olmadan hiçbir şey satın
almayacağım" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, I, 235, 323).
Diğer bir husus da borcun gereksiz ve mazeretsiz
olarak geciktirilmesidir. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır:
"Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür. Biriniz
(alacağı) bir zengine havale edilirse kabul etsin (Buhari,
Havale 1-2; İstikraz, 12; Müslim, Müsakat, 33; Ebu Davud, Buyu',
10; Nesai, Buyu, 100, 101; Tirmizi, Buyü', 68; İbn Mace, Sadaka,
8; Malik, Buyü', 84; Darimi, Buyu', 48; Ahmed b. Hanbel II, 71, 245,
254, 260).
Burada matl (geciktirme): bir kimsenin borcunu vermeyi
geciktirmesi, alacaklıyı oyalaması, savsaklaması
karşılığında kullanılmıştır.
Kurtubi bu kelimenin, "ödemesi gereken borcu, imkanı varken
ödememek" manasına olduğunu söyler.
Hadis-i şerif'te, önce borcunu ödeme imkanına
sahip olduğu halde, borcu ödemeyip geciktirmenin zulüm olduğu
belirtilmektedir.
Bazı alimler ise bu cümlenin "zengine olan
borcu geciktirmek zulümdür." manasına geldiğini söylerler.
Bu durumda hadisi "Zengine olan borcu ödemeyip geciktirmek zulüm
olduğuna göre, fakire olanı geciktirmek öncelikle zulümdür"
şeklinde anlamak gerekir. Ancak, yukarıda da işaret
edildiği gibi, alimlerin büyük çoğunluğu önceki manayı
benimsemiş ve hadis "Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür"
şeklinde anlamışlardır.
Rasulullah (s.a.s.) genç bir deve borç almıştı.
Kendisine, sadaka develeri geldi. Bana, (alacaklı) adama genç
devesini ödememi emretti. Ben efendimize: "Develer arasında
altı yaşını doldurmuş güzel bir deveden başkasını
bulamadım" dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
"-Adama onu ver, şüphesiz insanların en
hayırlısı borcunu en iyi ödeyendir. " buyurdu (Müslim,
Musakat, 118, 128; Tirmizi, Buyu', 73; Nesai, Buyu', 64; İbn Mace,
Ticaret, 62; Darimi, Buyu', 31; Malik, Buyu', 89; Ahmed b. Hanbel,
VI, 375, 390).
Nevevi ise "Zekat mallarını
başkasına teberru olarak vermek caiz olmadığına göre,
nasıl olmuş da Hz. Peygamber aldığı borcu, zekat
develerinden fazlasıyla ödemiştir" şeklindeki
muhtemel bir itiraza cevap verirken şöyle der: Hz. Peygamber (s.a.s.),
genç deveyi kendisi için ödünç almıştı; sonra zekat
develerinden birisini satın aldı ve borcunu ödedi. Ebu
Hureyre'nin rivayetindeki, "Onun için bir deve satın alıp
alacaklıya verdiler" şeklindeki ifade de buna delalet eder."
Görüldüğü gibi Nevevi, Hz. Peygamber'in genç
deveyi kendisi için satın aldığı görüşündedir.
Hz. Peygamber'in deveyi kendisi için borç alıp
bunu ihtiyaç sahiplerine vermiş olması da mümkündür.
Hadis'in zahiri, hayvanı borç alıp
vermenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Evzai, Leys, İmam
Malik, İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler.
Hanefilere göre, yukarıda ifade edildiği
gibi sadece para ve misli olan mallar borç verilebilir.
Misli mal; piyasada benzeri bulunan, telef edildiğinde
değeri değil, misli ile tazmin olunan mallardır. Bunlar,
mekil (ölçekle alınıp satılan mallar) mevzun (tartı
ile alınıp satılan mallar) ve ceviz, yumurta gibi büyüklükleri
biribirlerine çok yakın olan aded-i mütekarib mallardır.
Hanefiler bu sayılanların
dışındaki mallarda borç alıp vermeyi kabul etmezler.
Çünkü bu adaletli bir ödemeye imkan vermez. Hayvan da, borç olarak
verilmesi caiz olmayan mallardandır.
Nevevi bu hadislerin Hanefiler aleyhine delil olduğunu,
delil olmadan nesh davasının kabul edilemeyeceğini söyler.
Hanefi alimleri Hz. Peygamber'in hayvan ödünç aldığına
delalet eden hadislerin mensuh* olduğunu ve nesh*
davasının delilsiz olmadığını söylerler.
Tahavi, Meani'l-Âsar adındaki eserinde, hayvanı borç
vermenin caiz olmadığına işaret eden bazı
hadisler rivayet eder.
İbn Abbas (r.a.) şöyle der: "Hz.
Peygamber (s.a.s.) veresiye olarak hayvan mukabilinde satmayı
nehyetti." (Şerhu Meani'l-Âsar, IV, 60).
Cabir (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasulullah (s.a.s.) -peşin olarak iki
hayvanı bir hayvan karşılığında satmakta bir
beis görmez, fakat veresiye olarak satışım kerih görürdü
(Şerhu Meani'l-Âsar, IV, 60).
Tahavi; bu hadislerin hayvanı hayvan mukabilinde
veresiye olarak satmayı caiz gören hadisleri neshettiğini:
hayvanı ödünç almanın da aynı hükümde olduğunu söyler.
Tahavi daha sonra, karşı görüş sahipleri tarafından
ileri sürülen bazı itirazlara işaret ederek, bunları
cevaplandırır.
Hadis-i Şerif'in delalet ettiği diğer
bir anlam da şudur:
Borç alan kişi, borcunu aldığından
daha üstün bir şekilde ödeyebilir. Çünkü Hz. Peygamber borç
olarak genç bir deve almış ve bunu yedi yaşına
girmiş iyi bir deve ile ödemiştir.
"Bekr" denilen genç deve, yedi yaşına
giren deveye nisbetle daha az değerlidir. Üstelik bu iyi bir davranıştır,
müstehaptır. Üstünlük borcun miktarı yönünden olabileceği
gibi; kalitesi yönünden de olabilir. Mesela bin TL. borç alan bir
kimse,borcunu binyüz TL. olarak verebilir. Yine ikinci kalite buğday
borç alan, borcunu öderken birinci kaliteden ödeyebilir. Ancak bunun
borç verme esnasında şart koşulmamış olması
gerekir. Ama borç alınırken borcu daha fazlasıyla veya
daha iyisiyle ödeme, ya da borçlunun alacaklıya fayda temin edecek
başka bir şeyi yapması şart koşulursa bu caiz
değildir; faizdir. Peygamber Efendimiz bir hadisinde "Menfaat
sağlayan her türlü borç faizdir." buyurmuştur (Suyuti,
el-Camiu's-Sağir, II, 94).
İmam Malik'e göre şart
koşulmamış bile olsa, borcu miktar olarak fazlasıyla
ödemek caiz değildir. Hadisteki
"insanların en hayırlısı,
borcunu en iyi şekilde ödeyendir" cümlesi İmam Malik'e
karşı delil olarak ileri sürmüştür.
Borcun Yazılması: Kur'an'daki her hüküm
ayetindeki açıklık gibi borçlanma konusunda da öylesine
pratik bir hüküm ortaya konmuştur ki, bu hükme uyanlar hiç bir
zaman öteki hükümleri kabul edenler gibi perişan olmazlar.
Çünkü Kur'an, müminler için rahmet ve şifadır. Onun
şifa oluşu ona teslim olanlar tarafından görülmüş
ve yaşanmaktadır. Hakikatte onu kabul eden ve fakat hükmüne
teslim olmayan için Kur'an, ne rahmet, ne de şifadır. Bugün alışverişlerini
Kur'an'a göre yapmıyanlar, ekonomik bir takım prensiplerden
medet ummaktadırlar. Oysa Allah Teala'nın emri dikkate
alınmış olsa ve bu emirle yaşanmış olunsa bütün
iç ve dış borçlanmalar kendiliğinden ve Allah'ın
yardımıyla bir rahmet olarak karşımıza çıkar.
Kur'an'da toplum içinde yerleştirilmek istenen
prensip, malın yok olmaması ve muayyen bir zaman için alınan
borçlar hususunda borcun miktarının
yazılmasıdır. Bunu yazmak isteğe bağlı
olarak değil, ayet-i kerime ile farz kılınmış
bir husustur. Ayet de hiç bir yoruma tabi tutulmayacak kadar açıktır.
"Ey iman edenler, muayyen bir zaman vaadiyle borçlandığınızda
onu yazın. Aranızda bir katip de doğrulukla yazsın.
Yazan Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan
çekinmesin. Yazsın. Hak kendi üzerinde olan da yazdırsın.
Şayet, borçlu, sefih, küçük ve kendisi yazdıramıyacak
durumda ise, velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerden iki de
şahit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa Şahitlerden
razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda
diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şahitler
çağırıldıklarında çekinmesinler. Borç,
küçük veya büyük olsun onu müddeti ile beraber yazmaktan üşenmeyin.
Bu Allah yanında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam,
şüpheye düşmemenize de daha yakındır... "
(el-Bakara, 2/282).
Süfyan es-Sevri... "Ey iman edenler, muayyen bir
vade ile borçlandığınız zaman onu yazın. "
ayet-i kerimesi hakkında İbn Abbas'tan şu sözü
nakleder: "Bu ayet-i kerime belli bir vade ile yapılan selef (vadeli
satış) hakkında nazil olmuştur."
Katade İbn Abbas'tan rivayet ediyor ki, O:
"Ben şehadet ederim ki belli bir vade taşıyan selef (vadeli
satış)'ı Allah Teala helal kılmış ve buna
izin vermiştir" deyip, sonra da: " Ey iman edenler, muayyen
bir vade ile borçlandığınız zaman, onu
yazın." ayet-i kerimesini okumuştur.
Süfyan İbn Uyeyne tarikıyla İbn Abbas'tan
rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.s.) Medine'ye geldiğinde
Medineliler bir, iki ve üç senenin meyvesinden selef (vadeli satış)
yapıyorlardı. (Parayı peşin alarak bir, iki ve üç
senenin mahsulünü satıyorlardı). Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurdular:
"Kim selef yaparsa belli bir ölçü, belli bir ağırlık
ve belli bir vade ile selef yapsın." (Buhari, Selem, 7).
İbn Cüreyc der ki: Kim borçlanırsa
yazsın, kim alış-veriş yaparsa şahit tutsun.
Katade der ki: "Bize anlatıldığına
göre, Ebu Süleyman el-Mar'aşi Ka'b'ın
arkadaşlarından birisiydi. Bir gün arkadaşlarına
şöyle sordu: "Rabbına dua ettiğinde duasına
icabet edilmeyen mazlumu biliyor musunuz?" ona "Bu nasıl
olur?" diye sorduklarında:
"Bir adam belli bir vade ile satış
yapar, şahit tutmaz ve yazmaz, malının zamanı gelince
sahibi bunu inkar eder, o da Rabbına dua eder, ama duasına
icabet edilmez. Çünkü o, Rabbına isyan etmiştir." dedi.
"Aranızda bir katip de doğrulukla (hak
üzere) yazsın. Yazarken kimseye ihanet etmesin. Ne eksik ne fazla;
tarafların ittifak ettiği şeyi yazsın. Yazan
Allah'ın kendisine (bilmediği şeyleri) öğrettiği
gibi (herhangi bir zaruret olmasa da insanlar kendisinden bir Şey
yazmasını istedikleri vakit) yazmaktan çekinmesin ve yazsın."
İlahi hükmü ile bu hususta görev yapacakların tavır ve
görevleri de belirleniyor.
Allah'u Teala buyuruyor: "Hak kendi üzerinde
olan (borçlu da zimmetinde olan borcu yazdırsın. Rabbi olan
Allah'dan korksun da ondan bir şey (gizleyip) eksiltmesin. Şayet
borçlu beyinsiz sefih, küçük (ya da deli) veya (konuşamama ya da
yanlıştan doğruyu ayııamıyacak derecede
cahil olması sebebiyle) kendisi söyleyip yazdıramayacak
durumdaysa, velisi dosdoğru yazdırsın."
Allah Teala'nın: "Erkeklerinizden iki de
şahit yapın." buyruğu, yazıyla birlikte daha
sağlam olması için şahit tutmayı emretmektedir.
"Eğer iki erkek bulunmazsa... bir erkek... iki kadın
olabilir." Bu durum ancak mallarda ve kendisiyle malın
kastolunduğu şeylerde (akidlerde) olabilir.
İslam'ın insanlığa getirdiği
güzel mesajlardan biri müsamaha ve sevimliliktir. İslam,
tamahkarlık, bencillik, egoistlik ve cimrilik sahrasında,
insanoğlunun sığınabileceği yegane gölgeliktir.
Bu din hem borçlanan, hem de borç veren için ve gölgesine sığınan
bütün topluluklar için bir rahmet ve şefkat
kucağıdır.
Çağdaş cahiliyyenin bencil duygularıyla
yetişmiş olan kimselere bu kelimeler bir mana ifade etmez.
Bilhassa faizle beslenmiş kapitalistlerin dünyasında bu güzel
duyguların hiç yeri yoktur.
Şamil İA
2-)
Geri verilmek üzere alınan para veya eşya; bir veya birkaç kişiye yahut bir kuruma karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülük, ödünç.
Borç yahut fıkhi terim olarak "deyn" genellikle borçlunun ödemeyi teahhüt ettiği nakit veya borçlunun zimmetinde bulunan misli eşya; yani ölçü, tartı vb. yollarla benzeri ile ödenebilen eşya karşılığında kullanılan bir terimdir. Borcun zimmetinden maksat da şahsın borcu yüklenme kabıliyetidir.
Insanların birbirleriyle yardımlaşma yollarından biri de borç alıp vermedir. Borç alıp verme işlemi Islam'da nakit para gibi sayılabilen; buğday, arpa, pirinç gibi ölçülebilen; yahut altın, gümüş ve et gibi tartılabilen; ya da yumurta ve ceviz gibi büyüklükleri birbirlerine yakın olan mallarda geçerlidir. Fakat hayan vs. gibi her birinin kendine göre ayrı ayrı değer ve özelliği bulunan mallarda borçlanmanın olup olmayacağı hususu ise Islam hukukçuları arasında ihtilaflı bir konudur. Böyle bir borçlanmanın caiz olmadığı kanaatinde olan Hanefi hukukçuları; "alınan borç harcanır, sonra benzeri ödenir. Canlı bir koyun borç alındığında tamamen aynı özelliklere sahip bir koyun bulunmayabilir. Onun için bu gibi borçlanmalarda taraflardan biri mağdur olabilir" demektedirler. Borç alınan para para ile; buğday buğday ile ödenir. Fazla bir şey verilmez, istenirse faiz olur.
Borç verme Islam'da sevaptır. Dinimiz bunu teşvik etmiştir. Hatta bazı durumlarda sadaka vermekten de sevaptır. Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Eğer Allah'a içten gelen istekle ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. " (et-Teğabun, 64/17). Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de bir sadakaya on misli sevap verileceğini, borç vermeye ise onsekizmisli sevap verileceğini bildirmiştir (et-Tergib ve't-Terhib, II, 40).
Bir kimse borç verdiği para vs.'nin bir kısmını veya tamamını bağışlayabilir. Borçlusu güç durumda ise ona kolaylık gösterilmesine, hatta mümkün ise alacağını bağışlamasını teşvik etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de:
"Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/280) buyrulur. Yani şayet borçlulardan herhangi bir kimse zor durumda kalmış ise "darda ise, eli genişleyinceye kadar mühlet veriniz. " Böyle bir durumda verilecek olan hüküm, onun borcunu rahatlıkla ödeyebileceği zamana kadar imkan tanımaktır.
" Eğer bilirseniz sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. "
Borçlunuz olan kimse borcunu ödeyemeyecek kadar zor durumda olursa ona mallarınızı veya bir kısmını sadaka olarak bağışlamanız kıyamet gününde sizin için daha hayırlıdır. Burada "eğer bilirseniz" şartının getirilmesi teorik olarak bilmeden kasıt, beraberinde amelin de söz konusu olduğu bir bilgidir. Buna göre takdiri mana şöyle olur: "Şayet sizler bunun Allah katında olduğunu bilerek gereğince amel edecek olursanız, ona sadaka olarak bağışlamanız için daha hayırlıdır."
Tebarani'nin Ebu Umame (r.a.)'den nakline göre Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmayacağı bir günde Allah'ın kendisini gölgelendirmesini arzu eden bir kimse, zor durumda kalmış olana kolaylık sağlasın veya onun borcunu indirsin." Bu manada pek çok hadis vardır. (Ibn Kesir, Tefsiru'l-Kur'anı'l-Azım, Istanbul 1984, I, 491).
Buhari Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet etmektedir: Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Insanlara borç veren bir tüccar vardı. Zor durumda kalmış birisini görünce çocuklarına, onun borcunu affedin, belki Allah bizi bağışlar derdi. Nihayet Allah da onu bağışladı. " (Ibn Kesir, aynı yer).
Imam Ahmed'in rivayetine göre Ibn Ömer şöyle dedi: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Duasının kabul olunmasını, kederlerinin açılmasını isteyen, borcunu ödeyemeyen, zorda kalmış kimseyi bu durumdan kurtarsın." (Ahmed b. Hanbel, II, 23)
Taberani Ibn Abbas'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine kolaylıkla ödeyeceği zamana kadar mühlet veren bir kimseye, Allah da günahı sebebiyle tövbe edinceye kadar mühlet verir. " Ibn Abbas'ın rivayet edip Imam Ahmed'in kaydetmiş olduğu hadise göre Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren veya borcunun bir kısmını bağışlayan kimseyi yüce Allah Cehennem ateşinden korur" (Buhari, Buyu' 17; Müslim, Zühd 74; Tirmizi, Buyu' 67; Ibn Mace, Sadakat 14; Ahmed b. Hanbel I, 327, II, 359).
Imam Ahmed Bureyde'den rivayetle: "Peygamber (s.a.s.)'in şöyle buyurduğunu dinledim: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimse her gün için onun gibi bir sadaka vermiş gibi olur." Bureyde devamla dedi ki: Sonra da onun şöyle buyurduğunu dinledim: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimseye, mühlet verdiği her gün için iki katısadaka yazılır. " Bunun üzerine ben:
"-Ey Allah'ın Rasulü, seni, borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet verene her gün için onun gibi sadaka vardır, derken dinledim; sonra da yine seni, borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren kişiye her gün için iki kat sadaka verilmiş gibi olur buyurduğunu işittim" Hz. Peygamber şu cevabı verdi:
"Borcun vadesi gelmeden önce verdiği her bir mühlet için onun gibi bir sadaka vardır. Borcun vadesi geldiğinde ona mühlet verecek olursa iki katısadaka vermiş gibi olur." (Ahmed b. Hanbel, IV, 442-443, V, 300, 308)
Borçlunun alacaklıdan biraz indirim yapmasını istemesi caizdir. Malikilerden bazıları bunu mekruh görmüşlerdir; zira bunda bir minnete katlanma vardır. Kurtubi: "Ihtimal kerahati mutlak söyleyenlerin maksatları bunun hilaf-ı evla olduğunu anlatmaktır." demiştir. Ayni, Imam A'zam'ın görüşünün de böyle olması gerektiğini söylemiştir. Nevevi indirim istemekte beis olmadığını söyledikten sonra: "Lakin zaruret yokken ısrar derecesine, nefsi tahkire veya ezaya vardırmamak şarttır." diyor.
Rasulullah (s.a.s.) borçlu olarak ölenin cenazesini kılmazdı. (Bir gün) bir cenaze getirildi.
Rasulullah (s.a.s.):
"- Onun borcu var mı?" diye sordu.
Evet iki dinar borcu var, dediler. "- Arkadaşınızın namazını kılınız, " buyurdu.
Bunun üzerine, Ensar'dan olan Ebu Katade;
O iki dinarı ben yükleniyorum, Ya Rasulullah, dedi. Hz. Peygamber de adamın namazını kıldı.
Allah (c.c.), Rasulüne fetihler müyesser buyurunca, efendimiz:
"Ben her mümine kendi nefsinden daha evlayım. Her kim borç bırakırsa (borçlu ölürse) onu ödemek bana aittir. Kim de mal bırakırsa varislerine aittir." buyurdu. (Buhari, Feraiz 15; Müslim, Feraiz, 16; Ebu Davud, Buyu, 9; Tirmizi, Cenaiz, 69; Ibn Mace, Mukaddime,11; Sadakat 13; Nesai, Cenaiz, 67; Iydeyn, 22).
Rasulullah (s.a.s.) bir kafileden, yanında parası olmadığı halde bir dana satın aldı. Danaya kar verildi. Rasulullah da sattı. Karı, Abdülmuttaliboğullarının muhtaç kadınlarına dağıttı ve: "Bundan sonra yanımda para olmadan hiçbir şey satın almayacağım" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, I, 235, 323).
Diğer bir husus da borcun gereksiz ve mazeretsiz olarak geciktirilmesidir. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır:
"Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür. Biriniz (alacağı) bir zengine havale edilirse kabul etsin (Buhari, Havale 1-2; Istikraz, 12; Müslim, Müsakat, 33; Ebu Davud, Buyu', 10; Nesai, Buyu, 100, 101; Tirmizi, Buyü', 68; Ibn Mace, Sadaka, 8; Malik, Buyü', 84; Darimi, Buyu', 48; Ahmed b. Hanbel II, 71, 245, 254, 260).
Burada matl (geciktirme): bir kimsenin borcunu vermeyi geciktirmesi, alacaklıyı oyalaması, savsaklaması karşılığında kullanılmıştır. Kurtubi bu kelimenin, "ödemesi gereken borcu, imkanı varken ödememek" manasına olduğunu söyler.
Hadis-i şerif'te, önce borcunu ödeme imkanına sahip olduğu halde, borcu ödemeyip geciktirmenin zulüm olduğu belirtilmektedir.
Bazı alimler ise bu cümlenin "zengine olan borcu geciktirmek zulümdür." manasına geldiğini söylerler. Bu durumda hadisi "Zengine olan borcu ödemeyip geciktirmek zulüm olduğuna göre, fakire olanı geciktirmek öncelikle zulümdür" şeklinde anlamak gerekir. Ancak, yukarıda da işaret edildiği gibi, alimlerin büyük çoğunluğu önceki manayı benimsemiş ve hadis "Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür" şeklinde anlamışlardır.
Rasulullah (s.a.s.) genç bir deve borç almıştı. Kendisine, sadaka develeri geldi. Bana, (alacaklı) adama genç devesini ödememi emretti. Ben efendimize: "Develer arasında altı yaşınıdoldurmuş güzel bir deveden başkasını bulamadım" dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
"-Adama onu ver, şüphesiz insanların en hayırlısı borcunu en iyi ödeyendir. " buyurdu (Müslim, Musakat, 118, 128; Tirmizi, Buyu', 73; Nesai, Buyu', 64; Ibn Mace, Ticaret, 62; Darimi, Buyu', 31; Malik, Buyu', 89; Ahmed b. Hanbel, VI, 375, 390).
Nevevi ise "Zekat mallarını başkasına teberru olarak vermek caiz olmadığına göre, nasıl olmuş da Hz. Peygamber aldığı borcu, zekat develerinden fazlasıyla ödemiştir" şeklindeki muhtemel bir itiraza cevap verirken şöyle der: Hz. Peygamber (s.a.s.), genç deveyi kendisi için ödünç almıştı; sonra zekat develerinden birisini satın aldı ve borcunu ödedi. Ebu Hureyre'nin rivayetindeki, "Onun için bir deve satın alıp alacaklıya verdiler" şeklindeki ifade de buna delalet eder."
Görüldüğü gibi Nevevi, Hz. Peygamber'in genç deveyi kendisi için satın aldığı görüşündedir.
Hz. Peygamber'in deveyi kendisi için borç alıp bunu ihtiyaç sahiplerine vermiş olması da mümkündür.
Hadis'in zahiri, hayvanı borç alıp vermenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Evzai, Leys, Imam Malık, Imam Şafii ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler.
Hanefilere göre, yukarıda ifade edildiği gibi sadece para ve misli olan mallar borç verilebilir.
Misli mal; piyasada benzeri bulunan, telef edildiğinde değeri değil, misli ile tazmin olunan mallardır. Bunlar, mekil (ölçekle alınıp satılan mallar) mevzun (tartı ile alınıp satılan mallar) ve ceviz, yumurta gibi büyüklükleri biribirlerine çok yakın olan aded-i mütekarıb mallardır.
Hanefiler bu sayılanların dışındaki mallarda borç alıp vermeyi kabul etmezler. Çünkü bu adaletli bir ödemeye imkan vermez. Hayvan da, borç olarak verilmesi caiz olmayan mallardandır.
Nevevi bu hadislerin Hanefiler aleyhine delil olduğunu, delil olmadan nesh davasının kabul edilemeyeceğini söyler.
Hanefi alimleri Hz. Peygamber'in hayvan ödünç aldığına delalet eden hadislerin mensuh* olduğunu ve nesh* davasının delilsiz olmadığını söylerler. Tahavi, Meani'l-Âsar adındaki eserinde, hayvanı borç vermenin caiz olmadığına işaret eden bazı hadisler rivayet eder.
Ibn Abbas (r.a.) şöyle der: "Hz. Peygamber (s.a.s.) veresiye olarak hayvan mukabılinde satmayı nehyetti." (Şerhu Meani'l-Âsar, IV, 60).
Cabir (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasulullah (s.a.s.) -peşin olarak iki hayvanı bir hayvan karşılığında satmakta bir beis görmez, fakat veresiye olarak satışım kerih görürdü (Şerhu Meani'l-Âsar, IV, 60).
Tahavi; bu hadislerin hayvanı hayvan mukabılinde veresiye olarak satmayı caiz gören hadisleri neshettiğini: hayvanı ödünç almanın da aynı hükümde olduğunu söyler. Tahavi daha sonra, karşı görüş sahipleri tarafından ileri sürülen bazı itirazlara işaret ederek, bunları cevaplandırır.
Hadis-i Şerif'in delalet ettiği diğer bir anlam da şudur:
Borç alan kişi, borcunu aldığından daha üstün bir şekilde ödeyebilir. Çünkü Hz. Peygamber borç olarak genç bir deve almış ve bunu yedi yaşına girmiş iyi bir deve ile ödemiştir.
"Bekr" denilen genç deve, yedi yaşına giren deveye nisbetle daha az değerlıdır. Üstelik bu iyi bir davranıştır, müstehaptır. Üstünlük borcun miktarı yönünden olabileceği gibi; kalitesi yönünden de olabilir. Mesela bin TL. borç alan bir kimse,borcunu binyüz TL. olarak verebilir. Yine ikinci kalite buğday borç alan, borcunu öderken birinci kaliteden ödeyebilir. Ancak bunun borç verme esnasında şart koşulmamış olması gerekir. Ama borç alınırken borcu daha fazlasıyla veya daha iyisiyle ödeme, ya da borçlunun alacaklıya fayda temin edecek başka bir şeyi yapması şart koşulursa bu caiz değildir; faizdir. Peygamber Efendimiz bir hadisinde "Menfaat sağlayan her türlü borç faizdir." buyurmuştur (Suyuti, el-Camiu's-Sağlır, II, 94).
Imam Malık'e göre şart koşulmamış bile olsa, borcu miktar olarak fazlasıyla ödemek caiz değildir. Hadisteki
"insanların en hayırlısı, borcunu en iyi şekilde ödeyendir" cümlesi Imam Malık'e karşı delil olarak ileri sürmüştür.
Borcun Yazılması: Kur'an'daki her hüküm ayetindeki açıklık gibi borçlanma konusunda da öylesine pratik bir hüküm ortaya konmuştur ki, bu hükme uyanlar hiç bir zaman öteki hükümleri kabul edenler gibi perişan olmazlar. Çünkü Kur'an, müminler için rahmet ve şifadır. Onun şifa oluşu ona teslim olanlar tarafından görülmüş ve yaşanmaktadır. Hakikatte onu kabul eden ve fakat hükmüne teslim olmayan için Kur'an, ne rahmet, ne de şifadır. Bugün alışverişlerini Kur'an'a göre yapmıyanlar, ekonomik bir takım prensiplerden medet ummaktadırlar. Oysa Allah Teala'nın emri dikkate alınmış olsa ve bu emirle yaşanmış olunsa bütün iç ve dış borçlanmalar kendiliğinden ve Allah'ın yardımıyla bir rahmet olarak karşımıza çıkar.
Kur'an'da toplum içinde yerleştirilmek istenen prensip, malın yok olmaması ve muayyen bir zaman için alınan borçlar hususunda borcun miktarının yazılmasıdır. Bunu yazmak isteğe bağlı olarak değil, ayet-i kerime ile farz kılınmış bir husustur. Ayet de hiç bir yoruma tabi tutulmayacak kadar açıktır.
"Ey iman edenler, muayyen bir zaman vaadıyle borçlandığınızda onu yazın. Aranızda bir katip de doğrulukla yazsın. Yazan Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin. Yazsın. Hak kendi üzerinde olan da yazdırsın. Şayet, borçlu, sefih, küçük ve kendisi yazdıramıyacak durumda ise, velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerden iki de şahit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa Şahitlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şahitler çağırıldıklarında çekinmesinler. Borç, küçük veya büyük olsun onu müddeti ile beraber yazmaktan üşenmeyin. Bu Allah yanında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemenize de daha yakındır... " (el-Bakara, 2/282).
Süfyan es-Sevri... "Ey iman edenler, muayyen bir vade ile borçlandığınız zaman onu yazın. " ayet-i kerimesi hakkında Ibn Abbas'tan şu sözü nakleder: "Bu ayet-i kerime belli bir vade ile yapılan selef (vadeli satış) hakkında nazıl olmuştur."
Katade Ibn Abbas'tan rivayet ediyor ki, O: "Ben şehadet ederim ki belli bir vade taşıyan selef (vadeli satış)'ı Allah Teala helal kılmış ve buna izin vermiştir" deyip, sonra da: " Ey iman edenler, muayyen bir vade ile borçlandığınız zaman, onu yazın." ayet-i kerimesini okumuştur.
Süfyan Ibn Uyeyne tarikıyla Ibn Abbas'tan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.s.) Medine'ye geldiğinde Medineliler bir, iki ve üç senenin meyvesinden selef (vadeli satış) yapıyorlardı. (Parayı peşin alarak bir, iki ve üç senenin mahsulünü satıyorlardı). Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdular:
"Kim selef yaparsa belli bir ölçü, belli bir ağırlık ve belli bir vade ile selef yapsın." (Buhari, Selem, 7).
Ibn Cüreyc der ki: Kim borçlanırsa yazsın, kim alış-veriş yaparsa şahit tutsun.
Katade der ki: "Bize anlatıldığına göre, Ebu Süleyman el-Mar'aşi Ka'b'ın arkadaşlarından birisiydi. Bir gün arkadaşlarına şöyle sordu: "Rabbına dua ettiğinde duasına icabet edilmeyen mazlumu biliyor musunuz?" ona "Bu nasıl olur?" diye sorduklarında:
"Bir adam belli bir vade ile satış yapar, şahit tutmaz ve yazmaz, malının zamanı gelince sahibi bunu inkar eder, o da Rabbına dua eder, ama duasına icabet edilmez. Çünkü o, Rabbına isyan etmiştir." dedi.
"Aranızda bir katip de doğrulukla (hak üzere) yazsın. Yazarken kimseye ihanet etmesin. Ne eksik ne fazla; tarafların ittifak ettiği şeyi yazsın. Yazan Allah'ın kendisine (bilmediği şeyleri) öğrettiği gibi (herhangi bir zaruret olmasa da insanlar kendisinden bir Şey yazmasını istedikleri vakit) yazmaktan çekinmesin ve yazsın." Ilahi hükmü ile bu hususta görev yapacakların tavır ve görevleri de belirleniyor.
Allah'u Teala buyuruyor: "Hak kendi üzerinde olan (borçlu da zimmetinde olan borcu yazdırsın. Rabbi olan Allah'dan korksun da ondan bir şey (gizleyip) eksiltmesin. Şayet borçlu beyinsiz sefih, küçük (ya da deli) veya (konuşamama ya da yanlıştan doğruyu ayııamıyacak derecede cahil olması sebebiyle) kendisi söyleyip yazdıramayacak durumdaysa, velisi dosdoğru yazdırsın."
Allah Teala'nın: "Erkeklerinizden iki de şahit yapın." buyruğu, yazıyla birlikte daha sağlam olması için şahit tutmayı emretmektedir. "Eğer iki erkek bulunmazsa... bir erkek... iki kadın olabilir." Bu durum ancak mallarda ve kendisiyle malın kastolunduğu şeylerde (akidlerde) olabilir.
Islam'ın insanlığa getirdiği güzel mesajlardan biri müsamaha ve sevimliliktir. Islam, tamahkarlık, bencillik, egoistlik ve cimrilik sahrasında, insanoğlunun sığınabileceği yegane gölgeliktir. Bu din hem borçlanan, hem de borç veren için ve gölgesine sığınan bütün topluluklar için bir rahmet ve şefkat kucağıdır.
Çağdaş cahiliyyenin bencil duygularıyla yetişmiş olan kimselere bu kelimeler bir mana ifade etmez. Bilhassa faizle beslenmiş kapıtalistlerin dünyasında bu güzel duyguların hiç yeri yoktur.
3-)Kur'an-ı kerimde mealen buyruldu ki:
Sadakalar (zekatlar) Allahü tealadan bir farz olarak, fakirlere (nafakasından fazla fakat nisab miktarından az malı olana), miskinlere (bir günlük nafakasından fazla bir şeyi olmayan müslümana), zekat memurlarına, müellefe-i kuluba (kalbleri İslam'a ısındırılmak istenenlere) efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince azad, serbest olacak kölelere, borçlulara, cihad ve hac yolunda olup muhtac kalanlara, kendi memleketinde zengin ise de bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da alamayıp, muhtaç kalanlara verilir. (Tevbe suresi: 60) (Hazret-i Ebu Bekr devrinde müellefe-i kuluba zekat verilmesine lüzum kalmadı. Bu sebeple zekat diğer yedi sınıftaki müslümanlara verilmektedir.)
Ey iman edenler! Belirli bir vade ile birbirinize borçlandığınız zaman, onu yazın (sened yapın)... (Bekara suresi: 282)
Kendisi veya çoluk çocuğu muhtac iken veya borcu var iken verilen sadaka kabul olmaz. Borç ödemek; sadaka vermekten, köle azad etmekten ve hediye vermekten daha mühimdir... (Hadis-i şerif-Sahih-i Buhari)
En iyiniz, borcunu iyi ödeyeninizdir. (Hadis-i şerif-Keşf-ül-Hafa)
Acele etmek şeytandandır. Beş şey bundan müstesnadır: Kızını evlendirmek, borcunu ödemek, cenaze hizmetlerini çabuk yapmak, misafiri doyurmak, günah yapınca hemen tövbe etmek. (Hadis-i Şerif-Tirmizi)
Bir kimse, malı olduğu halde, borcunu ödemeği bir saat geciktirirse, zalim ve asi olur. Borç ödememek öyle bir günahtır ki, uykuda bile durmadan yazılır. (Seyyid Alizade)
4-)Geri verilmek üzere alınan veya ödenmesi gerekli para, başka bir şey
Örnek:Vaktim yok, bana para bul, şu borcu ödeyeyim, söz verdim. P. Safa
5-)Birine karşı bir şeyi yerine getirme yükümlülüğü, vecibe
Örnek:Vatan borcu biter bitmez ordayım. B. S. Erdoğan
6-)Borş.
7-)Bir iktisadi karar biriminin bir diğerine karşı ödemesi gereken para veya yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülük.
8-)İki ya da daha çok kimseler arasında, karşılıklı olarak doğan yükümlerin tümünü belli eden türe bağı.
Bu bilgi faydalı oldu mu ?
Kelime Türü Nedir ?

















- Chavez, Venezuela Devlet Başkanı Yardımcısı Nicolas Maduro'ya, Küba'da kanser ameliyatından önce 8 Aralık'ta bütçe, kamulaştırma ve Borç konuları ile ilgili karar alma yetkisi verdi.
- 2 milyon dolarlık Borç çıkartılmış, faiziyle 120 milyon doları bulan bu Borç ödenene kadar gemilerin Pakistan’da alıkonulacağı açıklanmıştı.
Sizde içinde Borç kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !
