Keramet Nedir
Keramet Nedir ? Keramet Ne demek ?
1-)Allahü tealanın sevgili kullarında meydana gelen adet dışı, alışılanın üstünde görülen, harikulade hal. Doğru bir itikada, inanca sahib olan ve her işinde İslamiyete uyan kimselere Allahü tealanın adeti dışında, yani fizik, kimya ile biyoloji kanunları dışında ikram ve ihsan ettiği şeylere “keramet” denir. Lügatta keramet; harika, yaradılışın ve imkanların üstünde olup, insanda hayranlık uyandıran şey manasınadır.
Allahü teala, her şeyi bir sebeb altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları da denir. Bir iş yapmak bir şeyi elde etmek için, bu işin sebeplerine yapışmak lazımdır. Mesela, buğday hasıl olması için tarlayı sürüp ekmek, ekini biçmek lazımdır. İnsanların, bütün hareketleri, işleri Allahü tealanın bu adeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teala sevdiği insanlara iyilik, ikram olmak ve azılı düşmanlarını aldatmak için, adetini bozarak, sebepsiz şeyler yaratıyor. Mesela:
Peygamberlerden (aleyhimüsselam) adet-i ilahiyye dışında ve kudret-i ilahiyye içinde meydana gelen şeylere “mucize” denir. Peygamberlerin mucize göstermesi lazımdır. (Bkz. Mucize)
Peygamberlerin (aleyhimüsselam) ümmetleri içinde bulunan velilerinde adet dışı meydana gelen şeyler keramettir. Evliyanın keramet göstermesi lazım değildir. Bunlar keramet göstermek istemez. Allahü tealadan utanırlar.
Ümmet arasında, veli olmayanlardan meydana gelen adet dışı şeylere “firaset” denir. (Bkz. Firaset)
Fasıklardan, günahı çok olanlardan zuhur ederse “istidrac” denir ki, derece derece kıymetini indirmek, demektir.
Kafirlerden zuhur edenlere ise “sihir” yani “büyü” denir. (Bkz. Büyü)
Evliyanın kerametleri haktır, doğrudur. Peygamberlerin mucizeleri olduğu gibi, evliyanın da kerametleri vardır. Evliya, Allahü tealanın salih, temiz kullarıdır (Bkz. Veli). Allahü teala kendisine yakın olan bu seçilmiş kullarına diri ve ölüyken kerametler ihsan eder. Onlar için adet-i ilahiyyesini bozar, değiştirir. Başkasına vermediklerini onlara ihsan eder.
Keramet velinin ölüsünde de dirisinde de hasıl olur. Peygamberler, ölünce peygamberlikten ayrılmadıkları gibi, veliler de ölünce, evliyalık derecesinden düşmezler. İnsanın ölünce ruhunun ölmediği ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle açıkça bildirilmiştir. Ruhların şuur sahibi olup, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Kamillerin, velilerin, ruhları diriyken olduğu gibi, öldükten sonra da yüksek mertebededirler. Allahü tealaya manevi olarak yakındırlar. Keramet sahibi olan, ruhlarıdır. Ruh ise insanın ölmesiyle ölmez. Kerameti yapan, yaratan yalnız Allahü tealadır. Her şey O’nun kudreti ile olmaktadır. Her insan Allahü tealanın kudreti karşısında, diri iken de ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü tealanın dostlarından biri vasıtasıyla, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak, bir şey değildir. Diri olanlar vasıtasıyla çok şey yaratıp verdiğini herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de ölü iken de birşey yaratamaz. Ancak Allahü tealanın yaratmasına vasıta, sebeb olur.
Evliyanın kerametine inanmak lazımdır. Evliyanın kerametine inanmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Evliyanın kerameti olduğu ayet-i kerime ve hadis-i şerifler ile bildirilmiştir. Onun için Müslümanlar keramete inanır. Evliyadan hasıl olan harikalar, kerametler ikiye ayrılır. Birincisi, Allah’ın zatına ve sıfatlarına ve işlerine ait olan bilgilerdir. Bunlara “keşif” de denir. Bunlar akıl ile, düşünmekle elde edilemez. Seçtiği kullarına ihsan eder. İkincisi, madde alemindeki harikulade şeylerdir. Bu keramet, seçtiği kullarına verildiği gibi, kafirlere de verilir. Kerametlerin birincisi kıymetlidir. Cahiller ise, ikincisini kıymetli sanırlar. Keramet deyince yalnız bunları anlarlar. Açlıkla ve insanlardan kaçarak nefislerini temizleyen her insan mahlukların gayblerini haber verir. İnsanların çoğu hep dünyayı düşündükleri için, böyle haber verenleri evliya sanır. Hakikatten haber verenlere kıymet vermezler.
Bunlar evliya olsalardı, bizim hallerimizden haber verirlerdi derler. Bu bozuk düşünceleri ile, Allah’ın sevdiği kullarını inkar ederler. Velilik, Allah’a yaklaşmak demektir. Bu dereceye yetişenlere mahluklara ait kerametler de verilebilir. Bu kerametin çok olması, velinin yüksek olduğunu göstermez. Velinin kendinde keramet hasıl olduğunu bilmesi lazım değildir. Allah bir velinin şekillerini bir anda çeşitli memleketlerde herkese gösterir. Uzak yerlerde şaşılacak şeyleri yaptığı görülür. Halbuki kendisi bunları bilmez. Bilenleri olursa da yabancılara belli etmez. Çünkü keramete kıymet vermez.
Eshab-ı kiramın ve Tabiinin binlerce kerameti kitaplarda yazılıdır ve dillerde dolaşmaktadır. Bunlar, Şevahidün-Nübüvve, Kısas-ı Enbiya, Cami-ul-Keramat ve Tezkiret-ül-Evliya gibi kitaplarda geniş şekilde anlatılmaktadır.
2-)KERÂMET
Değerli, üstün, güzel ve ikram.
İstilahda; "mü'min ve salih kimsenin eli üzere cereyan eden
harikulade hal" anlamındadır.
Bazı alimler, harikuladelik
şartını koşmaksızın Allah'ın evliyaya
her türlü ikramına keramet ismini vermişlerdir (Seyyid
Sabık, el-Akidetü'l İslamiyye, Beyrut (ty), s. 24). Burada
"harikulade hal"den maksat, vuku buları olayın,
genel-geçer tabiat kanunlarının dışında cereyan
etmesidir.
Haddizatında kainata hakim olan düzen ve
intizam, harikuladelikten çok daha mükemmel bir olaydır. Bu
sebepledir ki yüce Allah: "Eğer her ikisinde-yerde ve gökte-
Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, onların her ikisi de
harap olurdu" (el-Enbiya, 21/22) buyurarak kainata hakim olan
düzen ve intizamı kendi birliğine delil getirmiştir.
Harikuladeliğin insanlar tarafından önemsenmesi, her gün
onları müşahede etmeleri sebebiyle kainata hakim olan bu
mükemmel kanunlara karşı alışkanlık
kazanmalarından kaynaklanmaktadır.
Tabiat kanunlarının yaratısı Allah
olduğuna göre onları değiştirmek de O'nun
kudretindedir "Göklerin ve yerin hükümranlığı
Allah'ındır. Allah, her şeye kadirdir" (Âlu İmran,
3/189). O halde harikuladeliğin mümkün olup olmadığını
tesbit etmek için O'nun bize gönderdiği kitaba müracaat etmemiz
gerekir.
İlimler, özellikle Meryem suresinin 24-26.
ayetlerini, Kehf suresinin 16-17. ayetlerini ve Âlu İmran
suresinin 37. ayetini keramete delil olarak zikrederler (bk. Razi,
et- Tefsiru'l Kebir, Tahran (t.y), VIII, 30; EbusSuud, İrşadü'l-Akli's-Selim,
Kahire (t.y), II, 31; Tabatabai, el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an, Kum
(t.y), III, 174-175)
Hz. Süleyman'ın vezirlerinden birinin
Belkıs'ın tahtını Yemen'den Filistin'e göz açıp
kapamadan getirmesi (en-Neml, 27/40), Kehf suresinde anlatıları
ashab-ı kehf kıssası salih insanların kerametine
örnektir (el-Kehf, 18/9-25). Meryem suresinde Hz. Meryem'in kuru hurma ağacını
sallaması sonucu yaş hurmaların düşmesi hadisesi de
Hz. Meryem'in kerametlerindendir. (Meryem, 19/19).
Hadis-i şeriflerde bu konudaki rivayetler ise
şöyledir: Abd b. Cüveyin henüz beşikte olan bir çocukla
konuşması (Buhari, Enbiya, 48). Sahibiyle konuşan inek
kıssası (Buharı, Enbiya, 54). Hz. Ömer'in Medine'den
Nihavend'deki İslam ordusunun kumandanı Sariye "dağa
çık diye seslenmesi" ve Sariye'nin bunu duyması (Acluni,
Keşfu'l-Hafa, II, 380-381).
Allahu Teala Âlu İmran suresindeki ayet-i
kerimede şöyle buyurmaktadır: "Bunun üzerine Rabb'ı
onu Meryem'i- güzel bir şekilde kabul etti. Onu güzel bir bitki
gibi yetiştirdi. Zekeriyya'yı da ona bakmağa memur etti.
Zekeriyya ne zaman (Meryem'in bulunduğu) mikraba girdiyse onun
yanında bir yiyecek buldu: 'Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?'
dedi. O da: 'Bu Allah tarafından. Şüphesiz Allah, dilediğine
hesapsız rızık verir' dedi.' (Âlu İmran, 3/37).
Âyette Hz. Meryem'e verilen bir rızıktan
bahsediliyor. Üzerinde duracağımız husus, bu
rızkın nereden gelmiş olabileceğidir. Tabii yollardan
mıydı, yani tabiat kanunlarına uygun bir şekilde mi,
yoksa harikulade bir yoldan mı geliyordu? Âyetin ifade uslubu ve
onu takip eden ayette Hz. Zekeriyya'nın duası, rızkın
harikulade gelmiş olduğunu destekler mahiyettedir. Şöyle
ki: Eğer harikulade bir yoldan gelmemiş olsaydı, bunun Hz.
Meryem'i övme makamında zikredilmesinin bir anlamı olmazdı
(Razi, a.g.e, VIII, 30; Âlusi, Ruhu'l-Meani, Beyrut (t.y.), III.
144).
Hz. Zekeriyya'nın duası meselesine gelince,
Hz. Zekeriyya yaşlanmış ve hanımı da çocuk
getirmekten kesilmişti (Âlu İmran, 3/40). Ancak Hz. Meryem'e
gönderilen bu rızka şahit olunca: "Rabbim bana
katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin" (Âlu
İmran, 3/38). Şeklinde dua etmiştir. Onun oracıkta bu
dua ile Allah'tan kendisine temiz bir nesil vermeyi istendiğinde
bulunması anlamlıdır. Birçok müfessirin de belirttiği
gibi, Hz. Meryem için vukubulan bu olağanüstü hadiseyi görünce,
hanımı çok yaslanmış ve çocuktan kesilmiş
olmasına rağmen bir çocuklarının olması arzusu içine
düşmüş ve Allah'a bu niyazda bulunmuştur (Fahrüddin
er-Razi, a.g.e, VIII, 30; Ebu's-Suud, II, 31).
Ayrıca rızık kelimesi ayette nekre
(belirsiz) olarak zikredilmektedir ki bu, o rızkı tazime delalet
eder. Yani alışılmışın ve beklenenin
dışında bir rızık olduğuna işaret
vardır (Razı; a.g.e., VIII, 30; Ebu's-Suud, a.g.e., II, 30).
Netice olarak bir harikuladelikten bahsedilmektedir.
Salih bir kimsenin eli üzere bir harikuladeliğin yani kerametin
vuku bulması mümkündür. Ancak kerametin hak olması, her
velinin bu türden kerametlerinin mevcut olmasını gerektirmez.
Velayet, bu tür bir olağanüstülüğe muhtaç değildir
(İbn Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu Akide fi't-Tahaviyye,
Beyrut 1392 s. 561). Nitekim sahabeden birçoğunun bu tür bir
kerameti yoktur (Muhammed Fahr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l Hakk
ve'l-Halk, Suriye 1971, s. 103).
Keramet hak olmakla birlikte, halkın bu tür
olaylara aşırı merak duymaları ve kimi çevrelerin
şeyhlerinin propagandası için keramet konusunu basamak olarak
kullanmaları, kerameti olduğundan farklı
sınırlara taşımıştır. Gerek Kur'an'dan
ve gerek Sünnet'ten keramete delil olarak zikredilen nasslar incelendiğinde
bu tür olağanüstülüklerin, ancak salih kişinin bir
sıkıntıyla karşı karşıya kalması
durumunda sözkonusu olabildiği, her zaman böyle bir şeyin vuku
bulmadığı görülecektir. Ayrıca böyle bir kerametin
vuku bulması, salih kişinin ne iradesi ve ne de bilgisi
dahilinde olan bir husustur. Vuku bulduğunda da, salih kişinin o
sıkıntısını hafifletmek veya yok etmek; o
sıkıntıyı atlatmak için bir çıkış
yolu şeklindedir.
Kerametin çekildiği en tehlikeli alanlardan
biri, hiç şüphesiz, salih kişinin gaybı bildiği,
kalbleri okuduğu şeklindeki kanaattır.
Keramet ve gaybı bilme meselesi:
Gaybı bilmekle ilgili iddianın asıl
adı "keşf" olmakla birlikte bunun mümkün olduğu
savunulurken hareket noktası keramet olarak gösterilmektedir.
Her insanın vukuundan önce hissettiği
birtakım olaylar olmuştur. Ancak olay vuku bulmazdan önce kişideki
o his, bilgi derecesine ulaşır mı? Ya da salih
kişilerde bu his, bilgi derecesinde kesinlik kazanır mı? Bu
soruya İslam dini açısından cevap arıyorsak elbette
müracaat edeceğimiz kaynak, Kur'an-ı Kerim olacaktır. Yüce
Allah gayb bilgisiyle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Gaybın anahtarı O'nun
yanındadır. Onları O'ndan başkası bilemez"
(el-En'am, 6/59)."De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka
kimse gaybı bilemez" (en-Neml, 27/63). Bu ayetler, Allah'tan başka
kimsenin gaybı bilemeyeceğini açık açık ifade
etmektedir. O halde mesele, Allah'ın gaybı insanlara bildirip
bildirmeyeceğinde düğümlenmektedir. Yüce Allah gayb
bilgisiyle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(O bütün)
gaybı balendir, gaybına kimseyi muttali kılmaz. Ancak
peygamberlerden, bildirmek istediği bunun
dışındadır" (Cin, 72/26-27).
Âyet, bu konuda peygamberleri istisna etmekte ve
onların bilmesini de, Allah'ın irade ve dilemesine bağlamaktadır.
Allah, gayb konusunda peygamberlerine neyi bildirirse, sadece onu
bilirler, onun dışında kalanı onlar da bilemezler.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de peygamberimizin dili üzere şöyle
buyurulmaktadır.
"De ki: 'Ben size, Allah'ın hazineleri
yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem; size ben
meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. 'De ki:
'Körle gören bir olur mu? Düşünmüyor musunuz?" (el-En'am,
6/50).
Kalb okuma meselesine gelince, bunun da mümkün olmadığı
nasslarda açıkça belirtilmiştir. Savaşta yere düştükten
sonra kelime-i şehadeti getiren kişiyi öldüren Halid b.
Velid'i hesaba çeken Peygamber (s.a.s) Hz. Halid'in: "Korktu da
bundan dolayı kelime-i şehadeti getirdi" demesi üzerine
Peygamber (s.a.s): "Kalbini yarıp baktın mı?"
diyerek kalbdekine muttali olmanın mümkün olmadığını
bildirmiştir (Ebu Davud, Cihad, 95; İbn Mace, Fiten, 1).
Hz. Ömer, Medine'de bir cenaze olduğunda Hz.
Peygamber (s.a.s)'den münafıklar hakkında bilgi sahibi olan
Huzeyfe b. Yeman'ı gözetler ve onu cemaat arasında görmezse
ölünün münafık olmasından şüphelenerek cenaze namazına
katılmazdı (Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ankara
1972, II, 468). Demek ki Hz. Ömer (r.a) da kimsenin kalbini okumuş
değildir.
Netice itibariyle kerametin sınırlarını
gaybı bilmek ya da kalb okumak gibi sınırlara kadar
genişletmek, nasslarla bağdaşmayan bir durumdur.
Bu konudaki bir diğer mütalaa Hz. Peygamber bir
hadis-i serifinde "mü'minin ferasetinden sakının Çünkü
o Allah'ın nuru ile bakar" (Tirmizi, Tefsiru sure, 15/6).
Âyet-i kerimesinde işaret edildiği gibi, salih bir mü'min
ferasetiyle karşısındakinin bazı durumlarını
sezebilir. Nitekim yolda yürürken bir kadına bakan bir adam Hz.
Osman'ın yanına girince, Hz. Osman (r.a) "biriniz içeri
giriyor ve iki gözünde zina eseri gözüküyor" der. Bunun üzerine
adam "Rasulullah'dan sonra bir vahiy mi geliyor yoksa" diye
sorar. Hz. Osman "hayır, ancak mü'minin feraseti vardır"
der (Nebhani, Huccetu'l-lahi 'ale'l-Alemin, s. 862).
Durum bu noktadan değerlendirilince gaybı
bilmenin sınırlarının iyi belirlenmesi gerekir.
Yukarıda verilen ölçüler çerçevesinde diyebiliriz ki. her hangi
bir kimseyi harikulade olaylar göstermesi nedeniyle, onun veli olduğuna
hüküm veremeyiz. Gösterdiği olağanüstü halin de keramet
olduğunu kabul edemeyiz. Önce bu kimsenin İslam'a bağlılık
derecesine ve Allah'ın şeriatına bağlılık
noktasına bakarız. Hakkında hükmümüzü öyle veririz.
Nitekim herhangi meşru bir sebebe dayanmaksızın keramet
izharına kalkışan kimsenin bu haline iyi gözle bakılmamış
kötü görülmüştür. Halbuki en büyük keramet, Allah'ın
şeriatı üzerinde istikamete olmaktır.
Abdullah et Tüsteri (r.a)'nin yanında kerametten
söz edildiğinde şöyle der: "Ne kerameti, ne ayeti? Bir
takım şeyler ki, zamanı geliyor, Allah (c.c) vakti
geldiği için onları ortaya çıkarıyor. Fakat kerametin
en büyüğü bilesiniz ki, budur: Kendisinde bulunan kötü huylarını,
övgüye layık olan iyi huylarla değiştirmendir."
Ebu'l Hasan Eş-Şazeli de bu hususta şunları söylüyor:
"Gerçek anlamda Keramet: Dosdoğru bir istikametten ibarettir.
Bu istikameti de tam olgunluğa eriştirmektir. Bu ise iki temele
dayanır. Allah'a gerçek manada iman etmekle ve Allah'ın Rasulünün
getirdiklerine zahiri ve batini manada tabi olmakla sağlanır
Kişiye düşen görev, bunları elde etmek için gayretini
sarfetmesidir. Tek gayesi olmalı, oda bu iki amacı elde etmek.
Fakat, olağanüstü olay anlamında Keramete gelince, muhakkik
alimler nezdinde buna itibar olunmaz. Çünkü bu, kimi zaman istikamette
bir mertebe kazanmış olanın elinde meydana geldiği
gibi, bazan istidrac kabilinden olur."
Ayrıca Allah'ın veli kulları, salih bir
kimsenin elinde meydana gelen keramete veya kerametlere itibar etmezler ve
gösterilen bu kerametlerin o kimsenin üstünlüğüne bir delildir,
diye de kabul etmezler. Bu hususta İmam Yafii şöyle der:
"Elinde kerametler zuhur eden her bir kimsenin velilerden olması
gerekmez. Bu kimselerin, keramet göstermeyenlerden daha üstün olduklarının
bir delilidir denilemez, Böyle bir iddia ileri sürülemez. Keramet
göstermeyen öyle kimseler var ki, keramet gösterenlerden çok
faziletlidirler ve üstündürler. Zira gerçekte keramet, bazen
sahibinin yakinini takviye için ortaya çıkmış olabilir.
O kimsenin doğruluğuna ve faziletine bir kanıt olabilir.
Ancak bu keramet o kimsenin efdal yani en üstünlüğüne bir kanıt
değildir. Zira efdaliyyet yani en üstünlük yakıni anlamda
bir iman ve tam anlamıyla Allah'ı tanımakla mümkündür"
(bk. Abdullah el- Yafii Kitabu Neşri'l-Mehasini'l-Galiyye, s. 119)
Keramet: Mucize arasındaki farklar
Keramete karşı çıkan alimler, keramet
mümkün olduğu takdirde mucizeyle karışacağı ve
harikuladelikler gösteren kimsenin peygamberlik iddiasında
bulunabileceği noktasından hareketle keramete karşı
çıkmışlardır. Peygamberler döneminde, peygamber
olmayan kimselerin gösterdikleri harikuladelikleri anlatan nassları
yorumlarken de, bu harikuladeliklerin haddizatında o dönemde yaşayan
peygamberlerin birer mucizesi olduklarını ve peygamberlerin
ölümünden sonra artık bu tür harikuladeliklerin cereyan etmediğini
ileri sürerler (Bu konuda daha geniş bilgi için bk. İbn Hazm,
el-Fisal fi'l-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1975, V, 9-11)
Kerameti kabul edenler ise, keramet ile mucize arasında
birtakım farkların bulunduğunu, bunları biribirine
karıştırmanın mümkün olmadığını
söylerler. Aralarındaki farklar ise, özet olarak şöyledir:
a- Mucize, peygamberin peygamberliğini ispat
ettiğinden yapılması gerekli olduğu halde keramette
aslolan gizlenmesi ve açığa vurulmamasıdır
(Kuşeyri, er-Risaletü'l-Kuşeyri) ye, Mısır (t.y.),
II, 660).
b- Peygamber, mu'cizesini mu'cize olarak takdim eder ve
ona kesin olarak inanmak gerekir. Veli ise, gösterdiği harikuladeliğin
keramet olduğunu iddia edemeyeceği gibi başkası da
kesin olarak 'bu keramettir' diyemez. Zira bu meydana gelen
harikuladelik bir aldatmaca olabilir (Kuşeyri, a.g.e., II, 661)
c- Mu'cize keramet için asıl, keramet ise
mu'cizenin bir fer'idir. Kişinin eli üzere kerametin zuhur etmesi,
o kişinin peygambere ittibaının bereketiyledir. Böylece
kerametler, aslında peygamberlerin mucizelerine dahildirler
(İbn Teymiyye, el-Furkan beyne Evliyai'r-Rahman ve Evliyai'ş-Şeytan,
Beyrut 1390 h. s. 124).
Bu sebepledir ki keramet, ancak şeriata bağlı
kimselerden sadır olur. Şeriata bağlı olmayan
kimselerin gösterdiği harikuladelikler keramet değildir.
Ayrıca kerametin kendisi, mubah olan şeyler cinsinden
olmalıdır. Keramette şeriatın emirlerine muhalif
unsurlar bulunamaz.
Keramet, ilmin yollarından sayılmaz ve
başkalarına delil olamaz. Hele onu, kişinin masumiyetine ve
söylediği herşeyin doğruluğuna yormak, İslam'ın
prensipleriyle taban tabana zıttır (İbn Teymiyyle, a.g.e.,
s. 48-49)
M. Sait ŞİMŞEK
3-)
Değerli, üstün, güzel ve ikram. Istilahda; "mü'min ve salih kimsenin eli üzere cereyan eden harikulade hal" anlamındadır.
Bazı alimler, harikuladelik şartını koşmaksızın Allah'ın evliyaya her türlü ikramına keramet ismini vermişlerdir (Seyyid Sabık, el-Akidetü'l Islamiyye, Beyrut (ty), s. 24). Burada "harikulade hal"den maksat, vuku buları olayın, genel-geçer tabiat kanunlarının dışında cereyan etmesidir.
Haddizatında kainata hakim olan düzen ve intizam, harikuladelikten çok daha mükemmel bir olaydır. Bu sebepledir ki yüce Allah: "Eğer her ikisinde-yerde ve gökte- Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, onların her ikisi de harap olurdu" (el-Enbiya, 21/22) buyurarak kainata hakim olan düzen ve intizamı kendi birliğine delil getirmiştir. Harikuladeliğin insanlar tarafından önemsenmesi, her gün onları müşahede etmeleri sebebiyle kainata hakim olan bu mükemmel kanunlara karşı alışkanlık kazanmalarından kaynaklanmaktadır.
Tabiat kanunlarının yaratısı Allah olduğuna göre onları değiştirmek de O'nun kudretindedir "Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah, her şeye Kadirdir" (Âlu Imran, 3/189). O halde harikuladeliğin mümkün olup olmadığını tesbit etmek için O'nun bize gönderdiği kitaba müracaat etmemiz gerekir.
Ilimler, özellikle Meryem suresinin 24-26. ayetlerini, Kehf suresinin 16-17. ayetlerini ve Âlu Imran suresinin 37. ayetini keramete delil olarak zikrederler (bk. Razi, et- Tefsiru'l Kebir, Tahran (t.y), VIII, 30; EbusSuud, Irşadü'l-Aklı's-Selim, Kahire (t.y), II, 31; Tabatabai, el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an, Kum (t.y), III, 174-175)
Hz. Süleyman'ın vezirlerinden birinin Belkıs'ın tahtını Yemen'den Filistin'e göz açıp kapamadan getirmesi (en-Neml, 27/40), Kehf suresinde anlatıları ashab-ı kehf kıssası salih insanların kerametine örnektir (el-Kehf, 18/9-25). Meryem suresinde Hz. Meryem'in kuru hurma ağacını sallaması sonucu yaş hurmaların düşmesi hadisesi de Hz. Meryem'in kerametlerindendir. (Meryem, 19/19).
Hadis-i şeriflerde bu konudaki rivayetler ise şöyledir: Abd b. Cüveyin henüz beşikte olan bir çocukla konuşması (Buhari, Enbiya, 48). Sahibiyle konuşan inek kıssası (Buharı, Enbiya, 54). Hz. Ömer'in Medine'den Nihavend'deki Islam ordusunun kumandanı Sarıye "dağa çık diye seslenmesi" ve Sarıye'nin bunu duyması (Acluni, Keşfu'l-Hafa, II, 380-381).
Allahu Teala Âlu Imran suresindeki ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Bunun üzerine Rabb'ı onu Meryem'i- güzel bir şekilde kabul etti. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya'yı da ona bakmağa memur etti. Zekeriyya ne zaman (Meryem'in bulunduğu) mikraba girdiyse onun yanında bir yiyecek buldu: ‚Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?' dedi. O da: ‚Bu Allah tarafından. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir' dedi.' (Âlu Imran, 3/37).
Âyette Hz. Meryem'e verilen bir rızıktan bahsediliyor. Üzerinde duracağımız husus, bu rızkın nereden gelmiş olabileceğidir. Tabii yollardan mıydı, yani tabiat kanunlarına uygun bir şekilde mi, yoksa harikulade bir yoldan mı geliyordu? Âyetin ifade uslubu ve onu takip eden ayette Hz. Zekeriyya'nın duası, rızkın harikulade gelmiş olduğunu destekler mahiyettedir. Şöyle ki: Eğer harikulade bir yoldan gelmemiş olsaydı, bunun Hz. Meryem'i övme makamında zikredilmesinin bir anlamı olmazdı (Razi, a.g.e, VIII, 30; Âlusi, Ruhu'l-Meani, Beyrut (t.y.), III. 144).
Hz. Zekeriyya'nın duası meselesine gelince, Hz. Zekeriyya yaşlanmış ve hanımı da çocuk getirmekten kesilmişti (Âlu Imran, 3/40). Ancak Hz. Meryem'e gönderilen bu rızka şahit olunca: "Rabbim bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin" (Âlu Imran, 3/38). Şeklinde dua etmiştir. Onun oracıkta bu dua ile Allah'tan kendisine temiz bir nesil vermeyi istendiğinde bulunması anlamlıdır. Birçok müfessirin de belirttiği gibi, Hz. Meryem için vukubulan bu olağanüstü hadiseyi görünce, hanımı çok yaşlanmış ve çocuktan kesilmiş olmasına rağmen bir çocuklarının olması arzusu içine düşmüş ve Allah'a bu niyazda bulunmuştur (Fahrüddin er-Razi, a.g.e, VIII, 30; Ebu's-Suud, II, 31).
Ayrıca rızık kelimesi ayette nekre (belirsiz) olarak zikredilmektedir ki bu, o rızkı tazıme delalet eder. Yani alışılmışın ve beklenenin dışında bir rızık olduğuna işaret vardır (Razı; a.g.e., VIII, 30; Ebu's-Suud, a.g.e., II, 30).
Netice olarak bir harikuladelikten bahsedilmektedir. Salih bir kimsenin eli üzere bir harikuladeliğin yani kerametin vuku bulması mümkündür. Ancak kerametin hak olması, her velının bu türden kerametlerinin mevcut olmasını gerektirmez. Velayet, bu tür bir olağanüstülüğe muhtaç değildir (Ibn Ebi'l-Izz el-Hanefi, Şerhu Akide fi't-Tahaviyye, Beyrut 1392 s. 561). Nitekim sahabeden birçoğunun bu tür bir kerameti yoktur (Muhammed Fahr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l Hakk ve'l-Halk, Suriye 1971, s. 103).
Keramet hak olmakla birlikte, halkın bu tür olaylara aşırı merak duymaları ve kimi çevrelerin şeyhlerinin propagandası için keramet konusunu basamak olarak kullanmaları, kerameti olduğundan farklı sınırlara taşımıştır. Gerek Kur'an'dan ve gerek Sünnet'ten keramete delil olarak zikredilen nasslar incelendiğinde bu tür olağanüstülüklerin, ancak salih kişinin bir sıkıntıyla karşı karşıya kalması durumunda sözkonusu olabildiği, her zaman böyle bir şeyin vuku bulmadığı görülecektir. Ayrıca böyle bir kerametin vuku bulması, salih kişinin ne iradesi ve ne de bilgisi dahilinde olan bir husustur. Vuku bulduğunda da, salih kişinin o sıkıntısını hafifletmek veya yok etmek; o sıkıntıyı atlatmak için bir çıkış yolu şeklindedir.
Kerametin çekildiği en tehlikeli alanlardan biri, hiç şüphesiz, salih kişinin gaybı bildiği, kalbleri okuduğu şeklindeki kanaattır.
4-)Veliden meydana gelen keramet, tabi olduğu peygamberin mucizesidir. Keramet ya kainat içindeki maddi şeylerle yahut rabbani ilim ve marifetlerle ilgili olur. İkinci kısım kerametler daha yüksektir. (Abdülhakim Arvasi)
Keramet, evliyalık için şart değildir. Yani kerametin velilerde mutlaka bulunması şartı yoktur. Harikulade haller, bazan hali dine uygun olmayan kimsede de görülebilir ki bu istidrac veya sihir (büyü) yoluyla olur. Buna keramet denmez. Çünkü keramet dinin emirlerine uyup, yasaklarından sakınan kimseden meydana gelir. İstidrac, nimet gibi görünen, aslında sahibi için, felaket olan harikulade hallerdir. (Abdülhakim Arvasi)
Bütün harikulade haller ya istiyerek meydana gelir veya istemeyerek. İstemeyerek meydana gelenlerde keramet sahibi çok mahcub olur ve kendini gizlemeye çalışır. İstiyerek meydana gelen keramet eğer din için faydalı olacaksa, izharı gösterilmesi caizdir. Din için faydalı değilse, keramet sahibi onu göstermeye asla teşebbüs etmez. (Muhyiddin İbn-ül-Arabi)
5-)Maneviyatı güçlü
Müslümanlarda görülen, normal düzenin dışında, olağanüstü hal veya olay.
6-)Ermiş kimselerin gösterdiklerine inanılan, doğaüstü, şaşkınlık uyandırıcı durum
Örnek:Babamın, mucize ve keramet kıssaları olarak bize anlattığı şeyler bu çeşit gülünç ve çocukça masallardı. Y. K. Karaosmanoğlu
7-)Olağanüstü durum.
8-)Keramet sayılabilecek nitelikte olan şey
9-)1. birine karşı ikramda bulunmak. 2. allah'ın bir kimseye cömertliği, lütfü, himayesi ve yardımı olarak ele alınır.
10-)Bağış.
11-)Ağırlama, ikram.
12-)Ermişçe yapılan iş, hareket ya da söz
13-)Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yani, adi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlahi ile gösterdiği büyük marifet. Velayet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı adet hali.
Bu bilgi faydalı oldu mu ?






- Bende Keramet yok, Keramet bu ülkenin geldiği yerdedir, güçtedir.
- Dili Arapça olan kitabın üslubunun ağır olduğunu ve 411 sayfadan oluştuğunu ifade eden Durgun,'Kitap, hac, dünya, Keramet gibi insanların bugün de ihtiyaç duyduğu 410 konu içeriyor.
Sizde içinde Keramet kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !
