Kur'an-I Kerim Nedir
Kur'an-I Kerim Nedir ? Kur'an-I Kerim Ne demek ?
1-)KUR'ÂN-I KERÎM
Son vahiy dini olan İslam'ın kutsal
kitabı. Kur'an, tercih edilen görüşe göre, "karae"
fiilinden edilen bir mastar olup, Allah'ın son kitabına özel
ad olmuştur. Kök anlamı; okumak, toplamak, bir araya getirmek
demektir. Âyetlerde bu anlamı görmek mümkündür: "Ey
Muhammed! Cebrail sana Kur'an'ı okurken, acele ederek onunla beraber
dilini oynatma. Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir.
Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman, sen onun okuyuşunu izle"
(el-Kıyame, 75/1618). Kur'an-ı Kerim'in özlü tarifi şöyledir:
Yüce Allah, tarafından Hz. Muhammed'e arapça olarak indirilmiş,
bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, mushaflarda yazılı,
Fatiha Suresi ile başlayıp Nas Suresi ile sona eren kelamıdır.
Kur'an-ı Kerim'in, Hz Muhammed'in risaletinin
başında ilk inen ayetleri şunlardır: "Yaratan
Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından
yarattı. Oku! Rabbin, kalemle öğreten, insana bilmediğini
bildiren en büyük kerem sahibidir" (el-Alak, 96/1-5). İlk
inen ayetlerin inananları okumaya, öğrenmeye, yazmağa ve
araştırmaya çağırması ilim için büyük teşvik
mesajı taşır. Kur'an'ın son inen ayeti de şudur:
"Bu gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım,
din olarak sizin için İslam'ı seçtim" (el-Maide, 5/3).
İslam'ın kutsal kitabının özel adı
olan Kur'an kelimesi, Cenab-ı Hak tarafından altmış
sekiz kadar ayette kullanılır. Bir kaçını örnek
olarak sunacağız: "Biz şüphesiz bu kitabı okuyup
anlamanız için arapça bir Kur'an olarak indirdik" (Yusuf,
12/2). "Ey Peygamber! Kur'anı okumak istediğin zaman,
Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden
Allah'a sığın, yani "euzübillahimineşşeytanirracim"
de (en-Nahl, 16/98). "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin. Ve
susun ki merhamet olunasınız" (el-A'raf, 7/204). "Şüphesiz
bu Kur'an, insanları en doğru yola götürür. Salih amel işleyen
mü'minlere büyük bir mükafat olduğunu, ahirete iman etmeyenlere
de can yakıcı bir azap
hazırladığımızı müjdeler" (el-İsra,
17/9-10). "Biz Kur'an'ı, iman edenler için bir şifa ve
rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur'an, zalimlerin ise ancak
zararını arttırınr" (el-İsra, 17/82).
İslam hukukunda Kur'an için daha çok "Kitap"
ismi kullanılır. Birçok ayette "el-Kitab"
kelimesinin Kur'an-ı Kerim anlamında
kullanıldığı görülür "Elif. Lam. Mim. Bu o
kitaptır ki, kendisinde (Allah tarafından gönderildiğinde)
hiç şüphe yoktur" (el-Bakara, 2/1). Bundan başka çeşitli
ayetlerde Kur'an için başka isimler de
kullanılmıştır. Bunlardan bazıları
şunlardır: el-Furkan (el-Furkan, 25/1), ez-Zikr (el-Hicr,
15/9), en-Nur (en-Nisa, 4/174), er-Ruh (eş-Şura, 42/52),
el-Huda (el-Bakara, 2/2), eş-Şifa (el-İsra, 17/82),
el-Mecid (el-Buruc, 85/21-22), el-Mesani (ez-Zümer, 39/23),
Ümmü'l-Kitab (ez-Zuhruf, 43/1-4)
Kur'an'ın Toplanması:
Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber (s.a.s)'in
sağlığında Kur'an'ın bütününü yazmıştır.
İnen her ayeti bizzat Hz. Peygamber tarafından vahiy
katiplerine okunur, onlar da yerlerine yazarlardı. Ancak Hz.
Peygamber (s.a.s), nazil olan ayetlerin ashabı tarafından
ezberlenmesini yeterli görmemiştir. Çünkü onları
ashabından ne kadar çok kimse ezberlemiş olursa olsun,
hafıza, daima unutkanlık illetine maruz kalabilecek olan bir
yetenektir ve belirli bir zaman için çok güçlü olsa bile, sonradan bu
gücünü ve dolayısıyla güvenilir olma vasfını
yitirebilir. İşte bu sebeble Hz. Peygamber, vahyi ezberleyenler
yanında, onu bir de yanlışsız olarak yazabilecek katipler
edinmiş ve kendisine bir ayet nazil olduğu zaman, onu bu
katipler aracılığıyla yazdırmıştır.
Hz. Ebu Bekir, Ömer b. Hattab, Osman b. Affan, Ali b. Ebi Talib,
Zubeyr b. el-Avvam, Ubeyy ibn Ka'b, Zeyd b. Sabit, Muaviye b. Ebi
Süfyan, Muhammed b. Mesleme, Eban b. Sa'd, Hz. Peygambere vahiy katipliği
yapan sahabilerden bazılarıdır.
Kur'an-ı Kerim, Hz. peygamber devrinde bizzat
vahiy meleği ve Nebi (s.a.s)'in birbirlerine
karşılıklı okumaları ve de sahabilerin
ezberlemesiyle korunmuştur. Ancak Hz. Peygamber' in
sağlığı müddetince devam eden vahyin bütün bir
kitabta toplanmasına imkan yoktu. Çünkü vahyin Hz. Peygamberin
ölümüne kadar devam ettiği bilinmektedir (Buhari herrid-i Sarih,
XI, 228) Hz. Peygamber'in vefatından dokuz gün öncesine kadar devam
eden vahiy Onun vefatıyla son buldu. Böylece Kur'an inen son ayetle
tamamlanmış oldu.
Yüz on dört sure, altıbin altıyüz altmış
altı ayetten müteşekkildir.
Kur'an sureleri bazen bir bütün olarak bazen de
bölümler halinde indirildi. Bazı sureleri Mekke'de inmesi dolayısıyla
"Mekki", bazıları Medine'de indirildiklerinden "Medeni"
diye nitelendirilmiş ve yirmi iki yılda
tamamlanmıştır.
Vahyedilen bütün surelerin hafızlar
tarafından ezberlenmesi, kemik, tahta, papirüs, deri ve kiremit
inceliğindeki pişirilmiş tuğlalara yazılmak
suretiyle korunmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in vefatını takip eden
Yemame savaşlarında yetmiş kadar hafız (kurra)'ın
şehid düşmesi müslümanları telaşa düşürmüştü.
Hz. Ömer de hafızların toplanması için halife Hz. Ebu
Bekir'e başvurarak konunun görüşülmesini istemişti.
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr, Zeyd İbn Sabit başkanlığında
toplanan Abdullah b. Zübeyr, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Haris b.
Hişam'ın da bulunduğu büyük bir komisyon tarafından
Kur'an sahifeleri Mekke lehçesi esas alınarak bir araya getirildi (Muhammed
Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul
1980, III, s. 761).
Hafız ve katib olan Zeyd b. Sabit, Hz. Ebu
Bekir'in talimi, Hz. Ömer'in yardım ve gözetimi altında,
elinde yazılı Kur'an metni olan herkesin bu metinleri
getirmesini ve getirirken de ellerindeki metinlerin bizzat Hz.
Peygamberden yazıldığına dair iki güvenilir
şahid gösterilmesi istendi. Böylece bütün metinler toplanarak bir
araya getirilmiş ve Kur'an-ı Kerim'in asli nüshası
yazılarak halife Hz. Ebu Bekir'e teslim edilmiştir. Zeyd b. Sabit'in
çalışmalarıyla ortaya koyduğu bu asli nüshaya
"İmam Mushaf" adı verilmiştir. Abdullah b. Mes'ud'un
teklifiyle iki kapak arasında "İmam Mushaf" üzerinde
yapılan danışma ve görüşmeler sonucunda bunun
üzerinde her hangi bir noksanlık görülmemiş ve güvenirliği
konusunda ittifak sağlanmıştır. Böylece Kur'an-ı
Kerim her hangi bir tahrifata uğramadan "Mushaf" haline
getirilerek aynı mushaftan çoğaltılan mushafların ana
kaynağını teşkil etmiştir.
Hz. Ömer devrinde Kur'an öğretimine hız
verildi. Gerek Medine'de gerekse sınırları günden güne
genişleyen İslam Devletinin diğer merkezlerinde en
sıhhatli kaynak olan hafiz sahabilerin öğretmen ve gözetmenliğinde
pek çok hafız yetiştirilmiştir. Fakat zamanla fetihlerin
hız kazanması ve yeni fethedilen yerlerde ortaya çıkan
kavim ve kabilelerin müslüman oluşu farklı şive ve lehçelere
göre okuyuş ayrılıklarını ortaya çıkarmıştır.
Bu durum M.648'de Ermenistan ve Azerbaycan fethinde Şamlı ve
Iraklı askerlerin yan yana gelmesi ile farklı
okuyuşların su yüzüne çıkmasını
sağladı. Bu tartışma ortamının daha fazla büyümesine
engel olmak için Huzeyfe b. Yeman, Halife Hz. Osman'a başvurarak
bu durumun düzeltilmesini, ihtilafın ortadan
kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Halife Hz.
Osman, Rasulullah'ın diğer ashabı ile de istişare
ederek, İslam dünyasında yalnızca Hz. Ebu Bekr'in emriyle
derlenmiş olan onaylı Kur'an mushaflarının
kullanılmasını ve bir başka lehçe yahut ağız
ile yazılmış tüm diğer nüshaların
kullanılmasının yasaklanmasını
kararlaştırdı. Hz. Osman bir önlem olarak da gelecekte
herhangi bir kargaşa yahut yanlış anlamaya meydan vermemek
için diğer tüm nüshaları yaktırarak ortadan
kaldırma yoluna gitti. Hz. Ebu Bekir zamanında
yazıları İmam Mushaf, Hz. Ömer'in ölümünden sonra kızı
ve Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa'ya geçmişti. Hz. Osman
zamanında bu nüshadan çoğaltılan mushafların yedi nüsha
olduğu söylenir (Muhammed Hamidullah, a.g.e., II, s.763). Bunlar
Medine, Mekke, Şam, Kufe ve Basra'ya gönderilerek müslümanlar
arasında çıkabilecek farklı okuyuşlar önlenmiş
oldu. Hatta Hz. Ali'nin Hz. Osman için "Eğer Osman (r.a)
Kur'an'ın tek kitap halinde toplatılarak çoğaltılması
işini yapmasaydı ben yapardım" dediği
bilinmektedir.
Kur'an-ı Kerim Fatiha suresi ile başlayıp
Nas suresi ile son bulmuştur. Ondört yerinde tilavet secdesi yer
almaktadır (el-A'raf, 19/58; er-Rad, 13/1; en-Nahl, 16/50; el-İsra,
17/107; Meryem, 19/58; el-Hacc, 22/18; Furkan, 25/60; en-Neml, 27/25;
es-Secde, 32/15; Sad, 38/24; Fussilet, 41/37; en-Necm, 53/62;
İnşikak, 84/21; Alak, 96/19). Bunlar okunduğunda tilavet
secdesi yapmak vacibdir.
Hz. Osman (r.a) tarafından değişik vilayet
merkezlerine gönderilen nüshalar asırların geçmesiyle
kayboldu. Günümüzde halen onlardan bir tanesi İstanbul
Topkapı müzesinde; bir diğer tam olmayan nüshası
Taşkent'te bulunmaktadır. Çarlık Rus hükümeti onun
faksimile ile röprodüksiyonunu (fotoğraf veya fotokopi ile tam
kopyasını) neşretmiştir. Şu anda dünyanın
her yanında okunmakta olan Kuran'larla Taşkent'teki Kur'an
arasında tam bir benzerlik, aynılık sözkonusudur.
(Muhammed Hamidullah, İslam'a Giriş, Ankara, t.y, s.41; M.
Hamidullah, İslam Peygamberi, II, s. 763).
Hz. Ebu Bekr'in (ö. 13/634) halifeliği
sırasında Kur'an-ı Kerim toplanıp iki kapak
arasında kitap haline getirilince, uygun bir isim aranmış,
Abdullah b. Mes'ud'un (ö.32/652) "Habeşistan'da bir kitap gördüm,
ona Mushaf adını vermişlerdi" demesi üzerine, halife
tarafından bu isim uygun bulunmuştur (Celaleddin es-Süyuti,
el-İtkan f F Ulumi'l-Kur'an, terc. Sakıp Yıldız, H.
Avni Çelik, İstanbul 1987, I, 124). Mushaf; sayfalardan meydana
gelmiş kitap anlamına gelir.
Kur'an-ı Kerim'in Muhtevası:
Kur'an yirmi üç yılda parça parça indirilmiştir.
On üç yıl kadar süren Mekke döneminde inen ayet ve sureler daha
çok İslam inanç ve ahlakı ile ilgili konuları kapsar.
Allah'ın birliğine, meleklere, peygambere, kitaplara ve ahiret
gününe iman gibi. Hz. Âdem (a.s)'den beri gelen tevhid inancı
işlenir. Allah'a ortak koşma ile mücadele edilir ve geçmiş
milletlerden ibretli kıssalar anlatılır. Bu arada tevhid
inancından ayrılmış olan atalarının bu
yanılgısı şöyle ifade edilir: "Onlara; Allah'ın
indirdiğine uyun, denilince, hayır biz
atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye
uyarız, derler. Ya ataları bir şeye aklı ermeyen ve
doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?" (el-Bakara, 2/170).
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'in, Hz.
Âdem'den sonra peygamber olan Hz. Nuh'tan itibaren devam eden vahiy
zincirinin devamı olduğunu da açıklar: "Şüphesiz
biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana
da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a,
torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a
da vahyettik. Davud'a Zebur'u verdik" (en-Nisa, 4/163)
Medine'de inen ayet ve surelerde daha çok hukuk
kuralları yer almıştır. Aile ve devletin tanzimi,
insanların birbiriyle veya devletle olan ilişkileri, akitler,
sulh ve savaş halleri bu ayetlerde açıklanır. Çünkü
M.622 tarihinden itibaren artık Medine'de bu hükümleri uygulamak
için yeterli güce sahip bir İslam Devleti teşekkül etmişti.
Bu Devlet'in basında da Allah'ın elçisi Hz Muhammed
bulunuyordu.
Allah-ü Teala hafifinden ağırına
doğru bir yol izleyerek hükümler gönderiyor, resulüllah ve ashabı
bunları geciktirmeksizin uyguluyordu. Kur'an dilini bilmeleri,
namazlarda, mescid içinde ve dışında okunan sure ve
ayetleri anlamalarını kolaylaştırıyordu. Bu
devrin özelliği; iyi ve yararlı olanı almak, kötü ve
zararlı olanı kaldırmak şeklinde özetlenebilir.
Yükümlülükler birden gelmemiş, gelenler de giderek
tamamlanmıştır. Mesela: namaz, sabah ve akşam iki
vakit iken, sonra beş vakit olmuştur. İçki önceleri
yasaklanmamış, sadece zararlı olduğu belirtilmiş,
sonra sarhoş iken namaza yaklaşılması
yasaklanmış, en sonunda da kesin olarak haram
kılınmıştır. (bk. El-Bakara, 2/219; en-Nisa,
4/43; el-Maide, 5/90-91)
Kur'an-ı Kerim'de yer alan hükümler insanların
gücü yeteceği ölçüdedir. Ayette şöyle buyurulur:
"Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden
başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286)
Hükümlerde başka bir özellik de kolaylık
prensibidir. "Allah size kolaylık diler. Size güçlük
istemez" (el-Bakara, 2/185, ayrıca şu ayetlere
bakınız: el-Bakara, 2/286, Âlu İmran, 3/159)
Hz. Peygamber ayetlerde belirtilmeyen hususlarda
ağır hükümler konulmasından çekinir, çeşitli
konularda çok soru soran sahabelere: "Ben sizi kendi halinize bıraktığım
sürece, siz de beni kendi halime bırakın" (Buhari,
el-Cami', IV, 422) buyururdu. Nitekim hac ibadeti farz
kılınınca (b. Alu İmran, 3/97, el-Hac, 22/27,
el-Bakara, 2/196, 197) Resulüllah (s.a.s.) bunu tebliğ etmiş
ve ashab-ı kirama hac yapmalarını bildirmiştir. Bir
sahabenin bu ibadeti için: "Her yıl mı?" sorusuna
üç defa tekrarlaması üzerine, Allah'ın elçisi şöyle
buyurmuştur: "Sizden öncekiler, peygamberlerine çok soru
sormaları ve aldıkları cevaplarla amel etmemeleri yüzünden
helak olmuşlardır. Ben sizi kendi halinize
bıraktığım sürece siz de beni kendi halime bırakın"
(Buhari, el-Cami" IV, 422)
Kur'an'ın parça parça inişi uygulamayı
kolaylaştırıyordu. Diğer yandan, bu sayede, gelen
ayetler ezberlenip, ünsiyet meydana geliyor, kalblere yerleştiriyordu.
Müşrikler Kur'an'ın bir defada inmesi gerektiğini söyleyerek
tenkid yönetilince, kendilerine yüce Allah şöyle cevap verdi:
"İnkar edenler; Kur'an ona bir defada indirilmeliydi, derler.
Halbuki biz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar
indirir ve onu ağır ağır okuruz" (el-Furkan,
25/32)
Ayetlerin olaylar üzerine inişi, tam ihtiyaç sırasında
gelişi, toplumda gerekli etkiyi göstermesine yardımcı
olmuştur. Bu yüzden, ayetlerin iniş sebepleri (esbab-ü
nüzul). Kur'an tefsirlerinde önemli bi alt yapı
oluşturmuştur.
Kur'an-ı Kerim'i gerek Mekke ve gerekse Medine döneminde
Hz. Peygamberden bir vahiy katipleri grubu yazmış ve bu
yazılanları sahabeden yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün
olmayan bir topluluk ezberlemiş, böylece her devirde yalanda birleşmesi
düşünülmeyen topluluklar birbirlerinden naklederek, hiçbir tahrif
ve değişikliğe uğratılmadan, ilave ve eksiklik
yapılmadan mushaflara yazılı ve hafızalarda
kayıtlı olarak bize kadar ulaşmıştır. Tevatür
yoluyla nakil, nakledilenin doğruluğu konusunda İslam
bilginleri arasında hiçbir görüş ayrılığı
yoktur. Bu prensip gereğince Hz. Ebu Bekir'in halifeliği
sırasında Kur'an toplanırken tevatür derecesini bulmayan
Abdullah b. Mesud'un kendisinin daha iyi anlaması için açıklayıcı
olarak koyduğu bazı ifadeler komisyonca metne
eklenmemiştir. Bunlardan birisi de yemin ile ilgili;
"Bunları yapma imkanını bulamayan kimsenin üç gün
oruç tutması gerekir." (el-Maide, 5/89) ayetinin devamında
"mütetabiat (peşpeşe)" ilavesidir. Yine Abdullah b.
Mes'ud'un annelerin nafakası ile ilgili: "Mirasçı da
(yukarıda) belirtildiği şekilde (nafaka ile) yükümlüdür."
(el-Bakara, 2/233) ayetindeki "mirasçı hakkında
"zi'r-rahimil-mahrem (evlenilmesi yasak olan yakın
hısımlardan olan) şeklinde ilave taşıyan
kıraati de Kur'an'dan sayılmaz (Zekiyüddin Şaban, Usulü'l-Fıkh,
Terc. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s. 46-47)
Tevatür derecesine ulaşamayan bu gibi
kıraatlerin hukukçular için delil olarak kullanılıp
kullanılamayacağı konusunda görüş
ayrılığı vardır. Hanefilere göre, bu kıraat
şekillerini nakleden sahabe bunu ya Hz. Peygamber' den
işitmiştir veya kendi görüşü ve ictihadı olarak
ifade etmiştir. Bunun, en azından Allah'ın
kitabını tefsir için varid olmuş bir sünnet olduğu
açıktır. Sünnetin hüküm kaynağı olduğunda ise
şüphe yoktur. İşte bunun bir sonucu olarak Hanefiler
yemin keffareti olarak tutulacak orucun peş peşe üç gün
tutulmasını gerekli görürler Şafii, Maliki ve Hanbelilere
göre ise, mütevatir olmayan Kıraatler ne Kur'an ve ne de sünnet
sayılmaz ve hüküm çıkarmada delil olarak da kullanılamaz
(Zekiyuddin Şa'ban, a.g.e., s.47, 48).
Kur'an-ı Kerim bir benzeri yazılamayan, en
üstün edebiyat ve üslup özelliklerine sahiptir. Âyetlerde bu
özellik şöyle dile getirilir: "Eğer kulumuz Muhammed'e
indirdiğiniz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız siz de
bunların benzeri bir sure getirin. Bu konuda Allah'tan başka
şahidlerinizden de yardım isteyin. Eğer doğru söyleyenlerden
iseniz, bunu yapın" (el-Bakara, 2/23) "Yoksa onu
(peygamber) kendiliğinden uydurdu mu diyorlar?" De ki: "Öyleyse,
eğer iddianızda doğru iseniz siz de onun benzeri bir sure
meydana getirin. Bu konuda Allah'tan başka gücünüzün yettiği
kim varsa onları da yardıma çağırın" (Yunus
10/38).
Kur'an yalnız Araplar için değil, yeryüzündeki
tüm insanları doğru yola iletmek için gelmiştir. Onun öğretileri
cihanşümüldür. Âyette şöyle buyurulur: "Seni ancak
alemlere rahmet olarak gönderdik" (el-Enbiya, 21/107) Bu özelliği
Kur'an'ın i'caz yönlerinin de evrensel olmasını
gerektirir. Kur'an'ın insan gücü üstündeki bazı özellikleri
şunlardır:
1. Belagat: Kur'an'ın üslup ve ifade üstünlüğü
essiz ve orijinaldir. Kur'an kelimelerinin üstün akıcılığının
arap dilinde bir benzeri yoktur. Bazen bu edebi üslup, insanın tüylerini
ürpertecek güçtedir. Buna aşağıdaki ayetler örnek
verilebilir: "Ey insanlar! Rabbinizden sakının.
Doğrusu kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir
şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiği
yavrusunu unutur, her hamile kadın çocuğunu düşünür.
İnsanları sarhoş gibi görürsün, halbuki onlar sarhoş
değildirler; fakat Allah'ın azabı çok çetindir"
(el-Hac, 22/ 1, 2).
2. Kur'an'ın geçmiş çağlara ait
olayları haber verişi: Kur'an; Hz. Nuh, Lut, İbrahim
peygamberlere, Ad ve Semud kavimlerine ait haberleri anlatmaktadır.
Yine Hz. Musa ve Fir'avn arasında geçen olayları, Hz. Meryem'i,
Hz. İsa ve doğumu gibi haberleri gerçeğe uygun biçimde
vermektedir. Bunlar, diğer semavi dinlerin kutsal kitaplarındaki
bozulmamış olan bilgilere de uymaktadır. Bütün bunlar
ümmi olan, okuma ve yazma bilmeyen bir peygamber olan Hz. Muhammed'in
diliyle haber verilmektedir. Bu durum, bu bilgilerin ilahi vahiy ürünü
olmasını gerektirir. Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle
buyurulur: "Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve onu sağ
elinle de yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl
söze uyanlar şüpheye düşerlerdi" (el-Ankebut, 29/48).
3. Kur'an'ın gelecek olayları haber
verişi: Kur'an'da haber verilen, geleceğe ait bir takım
olaylar zamanı gelince meydana gelmiştir. Şu olayları
örnek verebiliriz:
İslam'ın ortaya çıkışı
sırasında Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) ile
İran dünyanın güçlü iki ülkesi idiler. Anadolu, Suriye,
Filistin, Mısır ve Irak'ın bir bölümü Bizans'a bağlı
idi. M.613 tarihlerinde bu iki komşu ülke, amansız bir
savaşa girişti. İran galip gelerek Irak, Suriye, Filistin
ve Mısır'ı ele geçirmiş, Anadolu'yu da istila ederek
İstanbul Boğaziçi sahillerine kadar ilerlemişti. Bu haber
Mekke'ye ulaşınca müşrikler sevinmiş,
İranlıların Bizans'ı yenip perişan ettiği
gibi, kendilerinin müslümanları yeneceklerini söylemişlerdi.
Bizanslılar hristiyan ve ehl-i kitap, İranlılar ise
putperest idiler. Bu yüzden Mekke müşrikleri
İranlıları kendilerine yakın görüyor ve onların
zafer kazanmasından dolayı seviniyorlardı. İşte
bu arada Kur'an-ı kerim'in şu ayetleri indi:
"Elif.Lam.Mim. Bizanslılar en yakın
bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden sonra yakın bir
zamanda (üç ila dokuz yıl arasında) galip geleceklerdir.
İş, eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o gün
mü'minler Allah'ın yardımı ile sevineceklerdir. Allah
dilediğine yardım eder. O güçlüdür,
esirgeyicidir"(er-Rum, 30/1-5).
Hz. Ebu Bekir, üç yıl süre belirleyip, Bizanslıların
bu süre içinde çıkacak savaşta galip geleceklerini söyleyerek
müşriklerden Ubey b. Halef'le bahse girdi. Bunu haber alan Rasulüllah
(s.a.s), ayetteki "bıd"' kelimesi üç ila dokuz arası
sayıları ifade ettiği için süreyi dokuz yıla çıkarmasını
bildirdi. Kaybedenin vereceği deve sayısı da yüz'e çıkarıldı.
Gerçekten "Bedir" gününde, Bizanslılar İran'ı
yendi ve Hz. Ebu Bekir Ubey'in varislerinden bu develeri alarak,
Rasulüllah'ın tavsiyesi üzerine yoksullara tasadduk etti (Ahmed b.
Hanbel, Müsned, l, 276, 304; Buhari, Tefsiru Sureti'd-Duhan, VI, 164;
Tefsiru't-Taberi, XXI, 12-15; İbn Kesir,
Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, İstanbul 1985, VI, 304-310;
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili,
İstanbul 1936, V, 3794-3802).
Yine Kur'an-ı Kerim'de müslümanlara Mescid-i
Haram'a girecekleri va'dedilmiş ve şöyle buyurulmuştu:
"Şüphesiz, Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek
olduğunu tasdik etmiştir. Allah dilerse siz, güven içinde, başlarınızı
tıraş etmiş veya saçlarınızı
kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz.
Allah sizin bilmediğinizi bilir. Bundan başka size, yakın
zamanda bir zafer verecektir" (el-Feth, 48/27). Mekke fethi ve
arkasından yapılan veda haccı ile bu müjde de çok
geçmeden gerçekleşmiştir. Bunun gibi haber verildiği
üzere çıkan pek çok olaylar vardır (bk. el-Enfal, 8/7;
en-Nur, 24/55).
4. Kur'an bir çok bilimsel gerçekleri içine almıştır.
Kur'an'ın açıkladığı öyle bilimsel gerçekler
vardır ki, okuma-yazma bilmeyen ümmi bir kimsenin bunları
kendiliğinden söylemesi mümkün değildir. Mesela; insanın
yaratılışı Kur'an'da şöyle anlatılır:
"Yemin olsun ki, Biz insanı özlü balçıktan
yarattık. Sonra onu bir nutfe halinde sağlam bir yere
yerleştirdik. Sonra o nutfeyi donmuş bir kana çevirdik. Sonra o
kanı bir parça et yaptık ve bu etten kemikler yarattık, bu
kemikleri de etle örttük. Daha sonra onu, bambaşka bir yaratık
yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir. Bütün
bunlardan sonra siz öleceksiniz. Sonra da kıyamet günü yeniden
diriltileceksiniz" (el-Mü'minun, 23/12-16).
Yer, gök ve canlıların
yaratılışı hakkında da şöyle buyurulur:
"inkar edenler, gökler ve yer birbirine bitişik iken
onları ayırdığımızı ve bütün canlıları
sudan yarattığımızı bilmezler mı? Hala
inanmıyorlar mı?" (el-Enbiya. 21/30).
Kur'an'da bunlara benzer yaratılış ve
evrenle ilgili pek çok ayetler vardır. Bunları, kitap
okumasını bilmeyen ve yanında hiçbir ilmi eser bulunmayan
Hz. Muhammed'in başkalarından öğrenip söylemesi mümkün
değildir. Diğer yandan Hz. Muhammed gençliğinde ticaret
amacıyla, biri on iki, diğeri yirmi beş
yaşlarında olmak üzere sadece iki defa kısa süreli Mekke
dışına çıkmış ve Suriye'ye kadar gidip
gelmiştir. Kur'an'da haber verilen bu gerçekleri bugün pozitif
bilimler de aynen doğrulamaktadır. Astronomi, fizik, kimya ve
biyoloji gibi bilimler bunlar arasında sayılabilir.
Allah'ın yarattığı maddeyi ve tabiat
olaylarını açıklamaya çalışan bu bilimlerle
vahiy ve sünnet ürünü olan ilahiyat bilimlerinin çatışması
düşünülemez. Çünkü yüce yaratıcı bu gibi çelişkilere
düşmekten uzaktır.
Çelişki gibi algılanan noktalar varsa, ya
delilin kendisi tartışmalıdır, ya da
anlaşılmasında kapalılık veya yanılgı söz
konusudur. Nitekim, önceki asırlarda ne kastettiği tam
anlaşılamayan bazı ayet ve hadislerin bilim ve tekniğin,
astronomi ve tıp ilimlerinin ilerlemesi sonucunda daha güzel anlaşılıp
tefsir edilebildiği bilinmektedir. Güneşin kendi ekseni
etrafında dönmesi ve sistemiyle birlikte evrendeki hareketini
sürdürmesi (bk. Yasin, 36/38), gök cisimleri arasındaki çekme ve
itme gücü (er-Ra'd, 13/2; Lokman, 31/10), rüzgarın bitkileri
aşılayıcı fonksiyonu (el-Hicr, 15/22) bunlar
arasında sayılabilir.
Kur'an'da yer alan ameli hükümlerin ana noktaları
açıklanmış, uygulama ve ayrıntı sünnete bırakılmıştır.
Çünkü Allah'ın ve elçisinin koyduğu hükümler birbirinin
tamamlayıcısıdır. Yüce Allah; "Peygamber'e itaat
eden Allah'a itaat etmiş olur" (en-Nisa, 4/80) buyurur.
Kur'an-ı Kerim'in içine aldığı hükümler;
ibadetler, muameleler ve ceza olmak üzere genel olarak üçe ayrılır.
1. İbadetler:
Kur'an'da ibadetler icmali olarak emredilmiştir.
Namaz, oruç, hac, zekat ve diğer sadakalar bunlar arasında
sayılabilir. Otuzdan fazla ayette namaz emredilmiş, ancak onun
vakitleri, rükün ve şartları hadislerle belirlenmiştir.
Allah elçisi; "Ben namazı nasıl kılıyorsam siz
de öyle kılın" (Buhari, Ezan, 18, Edeb, 27). Haccın
esasları da Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır:
"Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alınız" (Ahmed
b. Hanbel, Müsned, III, 318, 366). Zekatı da Allah elçisi bizzat
uygulamış ve zekat memurlarına uygulama
şartlarını açıklamıştır.
Keffaretler de temelde ibadet niteliğindedir.
Çünkü bir kısım günahların affı bunlarla
sağlanmaktadır. Kur'an'da yer alan keffaretler üç tanedir.
Yemin keffareti (el-Maide, 5/89; bk. "Yemin Keffareti"), bir
mü'mini yanlışlıkla öldürme keffareti (en-Nisa, 4/92
bk. "Katı Keffareti") ve zıhar keffareti
(el-Mücadele, 58/1-4; bk. "Zıhar Keffareti" mad.).
2. Muameleler:
Evlenme, boşanma, nafaka, velayet, mali,
iktisadi konular, akitler, savaş ve barış gibi ferdin
fertle, ferdin devletle veya devletlerin birbiriyle olan birtakım
ilişkileri bu bölümde yer alır.
Kur'an-ı kerim mali konularda haksız
kazancı yasaklamış ve akitlerde
karşılıklı rıza esasını
getirmiştir. Allahü Teala şöyle buyurur: "Ey iman
edenler! Malı aranızda haksızlıkla değil,
karşılıklı rızaya dayanan ticaretle yeyin, haram
ile kendinizi mahvetmeyin" (en-Nisa, 4/29). Diğer yandan ticari
yatırımlarda karın meşru oluşu "risk"
esasına bağlanmıştır. İslam, riske katılmaksızın
sermaye için alınacak miktarı önceden belirlenmiş
fazlalığa "faiz" adını vermiş ve bunu
yasaklamıştır (bk. el-Bakara, 2/275-280). Nakit tasarrufunu
başkasına veren kimse, bunu karz-ı hasen yoluyla
vermiştir. Bu takdirde rizikoya katılmaz, sadece verdiği
cins paradan, verdiği kadarını alma hakkı doğar.
Ya da gelir elde etme amacıyla vermiştir. Bu da İslam'da
riske katılma yoluyla olabilir Mufavaza, inan veya mudarabe
yöntemlerinden birisiyle vermesi gerekir ki her birinde sermaye zarar
riskine girer ve kardan, serbest sözleşmeyle belirlenecek yüzde
kadar pay alır.
Aile hukuku ile ilgili hükümler de Kur'an da genişçe
yer alır. Karşılıklı haklar yanında, aile
fertlerinin birbirlerine karşı tavır ve
davranışları da açıklanır. Ölümden sonrası
için miras hükümleri belirlenir.
İdare edenlerle idare edilenler arasındaki
ilişkilerde adalet, şura, yardımlaşma ve koruma
ilkeleri gözetir.
a. Adalet bütün hakların ve mülkün temelidir.
Kur'an'da şöyle buyurulur:
"Şüphesiz ki, Allah, size emanetleri ehline
teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman
adaletle hükmetmenizi emreder" (en-Nisa, 4/58). Şu ayet de
adaletin önemini belirtmektedir: "Şüphesiz, Allah adaleti,
iyilik yapmayı ve hısımlara yardım etmeyi emreder.
Taşkın kötülüklerden, meşru olmayan şeylerden, zulüm
ve zorbalıktan nehyeder" (en-Nahl, 16/90). Kur'an adaleti, idare
edenlerle idare edilenler, devlet başkanı ile tebea ve bütün
halkın birbirine adaletli davranması esasına dayanır.
İnsanlar arasında ırk, renk, dil, zenginlik ve yoksulluk
ayırımı yapılmaz. Zimmet ehli olan ehl-i kitabın
hakları korunur.
b. Şura: Kur'an-ı Kerim şurayı
(istişare) emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Dünyaya
ait işlerde onlarla istişare et. Bir kere karar verince de,
artık Allah'a güvenip dayan " (Âlu İmran, 3/159).
"Onların işleri aralarında şura (danışma)
yoluyladır" (eş-Şura, 42/38). Bu ikinci ayet,
İslam yönetiminin müslümanlar arasında şura esasına
dayandığını ifade etmektedir. Diğer yanda ayet,
herkesle tek tek istişare imkanı bulunmadığı için,
yönetimde bir istişare heyetinin işbaşına getirilmesi
görevini İslam toplumuna yüklemektedir. Nass'ın
işaretinden bu anlam ve sonuç ortaya çıkmaktadır (Ebu
Zehra, Usulü'l-Fıkh, Daru'l Fıkri'l-Arabi tab'ı
Mısır, t.y., s. 100,101,141,142). Burada şura şekil
ve unsurlarının kapalı bırakılması, bu
prensibe, ileriki çağların getireceği yeni durumlara ve
sosyal yapılara göre esneklik kazandırmak için olsa gerekir.
c. Yardımlaşma: Yönetimle toplum ve bütün
mü'minler birbiriyle yardımlaşma ve dayanışma içinde
bulunmalıdır. Kur'an'da şöyle buyurulur:
"Birbirinizle iyilik ve takvada yardımlaşın, günah işleme
ve haksızlıkta yardımlaşmayın" (el-Maide,
5/2).
d. Koruma: Toplumun, mal, can, ırz ve namusunu
korumak gerekir. Bunlar da ceza hukukunu uygulamak ve zayıfı güçlüye
ezdirmemek yoluyla gerçekleşir.
Sonuç olarak Kur'an-ı Kerim, fert ve toplum
yararı için gerekli özlü prensipler getirmiş, fert ve topluma
zarar verebilecek şeyleri yasaklamıştır. Kur'an'ın
okunması, dinlenmesi, açıklanması, üzerinde düşünülmesi
ve içindeki prensiplerin uygulanması birer ibadettir. Sözünü, iş
ve mesleğini ona göre düzenlemek manevi huzur ve mutluluk kaynağıdır.
Ona tutunan en sağlam kulpa yapışmış, hidayet
yolunu bulmuş olur. Ancak Kur'an'ın iniş amacı,
yalnız okunup sevap kazanılması ve saygı ile duvara
asılmasından ibaret değildir. Asıl amaç, anlamına
eğilmek ve günlük hayatımızda gücümüz yettiği
ölçüde onu uygulamaya ve toplum hayatına hakim kılmaya çalışmaktır.
Hamdi DÖNDÜREN
Naci YENGİN
2-)Allahü teala Kur'an-ı kerimde mealen buyurdu ki:
De ki, insanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, (belagat, güzel nazm ve kamil manada) bu Kur'an-ı kerimin bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, yemin olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar. (İsra suresi: 88)
Kur'an-ı kerim için, bu sihirdir, bu ancak bir insan sözüdür, dedi. İşte bunu söyleyeni, şiddetli bir ateş içinde, Cehennem'e atacağım. Şiddetli ateşin ne olduğunu sen ne bilirsin? O, (içine girenleri) ne çıkartır, ne azabdan vaz geçer. İnsanın derisini karartır, yakar. Orada on dokuz (azab yapan melek) vardır. (Müddessir suresi: 24-30)
Her kim beş vakit farz namazda Kur'an-ı kerim okursa, Hak teala her harfine yüz sevab verir. Her kim namazdan başka vakitlerde Kur'an-ı kerim okursa, her harfine on sevab verir. Her kim, (tegannisiz ve hürmetle okunan) Kur'an-ı kerimi ayakta veya oturarak hürmet ile dinlerse, her harfine bir sevab verir. Her kim Kur'an-ı kerimi hatm eylese (baştan sona okusa), o kulun duası Allah indinde kabul edilir. (Hadis-i şerif-Ey Oğul İlmihali)
Kur'an-ı kerim okuyanın ana-babası kafir olsalar bile, azabları hafifler. (Hadis-i şerif-Tenbih-ül-Gafilin)
Kur'an-ı kerime, ehliyeti olmadan mana veren, Cehennem'de azab görecektir. (Hadis-i şerif-Berika)
Kur'an-ı kerim, Muhammed aleyhisselamın sözü değildir. Allah kelamıdır. Hiçbir insan öyle düzgün söyleyemez. Kur'an-ı kerimde bildirilenlerin hepsine İslamiyet denir. Hepsine inanan insana mü'min ve müslüman denir. Birini bile beğenmemeye imansızlık, yani küfür denir. (Abdülhakim-i Arvasi)
Kur'an-ı kerimin her bir harfinde bin bir derde bin bir türlü deva (şifa) vardır. (Ebü'l-Leys Semerkandi)
Modern ilmin on dört asır geriden takib ettiğiKur'an, ben şehadet ederim ki, Allah kelamıdır. (Kaptan Dr. Coustea)
Kur'an'ın içinde pekçok tekrarlar vardır. Onu okuduğumuz zaman, bu tekrarlar bizi usandıracak sanılıyor, fakat biraz sonra bu kitap bizi kendisine çekiyor. Bizi hayranlığa ve sonunda büyük saygıya götürüyor. (Goethe)
İslam dininin kaynağı olan Kur'an'da cihan medeniyetinin dayandığı bütün temeller bulunmaktadır. O kadar ki, bugün bizim uygarlığımızın, Kur'an'ın bildirdiği temel kaideler üzerine kurulduğunu kabul etmemiz gerekir. (Gaston Karl)
3-)Allahü tealanın en son gönderdiği; emir ve yasaklarını, iman ve ibadet bilgilerini, güzel ahlakı içine alan ilahi kitap. Edille-i şer’iyyenin ilki, yani İslam dinindeki hükümlerin birinci ana kaynağı; semavi kitapların sonuncusu.
Semavi kitaplar ikiye ayrılır. Bir kısmı küçük sahifeler halindedir. Bunlara “suhuf”; büyüklerine ise “kitap” denir. İnsanlara bildirilen yüz suhuf ve dört kitaptır. Bunlardan on suhuf Âdem, elli suhuf Şis (Şit), otuz suhuf İdris, on suhuf İbrahim aleyhimüsselama indirilmiştir. Tevrat hazret-i Musa’ya, Zebur hazret-i Davud’a, İncil hazret-i İsa’ya ve Kur’an-ı kerim hazreti Muhammed’e inmiştir.
Kur’an lügatte “okumak” ve “toplamak” manasınadır. Kerim “şerefli, kıymetli” demektir. Kur’an-ı kerim, nazm-ı ilahidir. Nazım, lügate, incileri ipliğe dizmeye denir. Kelimeleri de, inci gibi yanyana dizmeye nazım denilmiştir. Şiirler birer nazımdır. Kur’an-ı kerim’in kelimeleri Arabi olup, bunları yanyana dizen, Allahü tealadır. Dizilmiş olan bu kelimeler, ayetler halinde gelmiştir. Cebrail ismindeki bir melek, bu ayetleri, bu kelimelerle ve bu harflerle okumuş, Muhammed aleyhisselam da, mübarek kulakları ile işiterek ezberlemiş ve hemen Eshabına okumuştur. Allahü teala Kur’an-ı kerimi Kureyş kabilesinin lügatı ile gönderdi. (Bkz. Kıraat)
Kur’an-ı kerim vahy-i ilahidir. Vahy, fısıldamak, konuşmak manalarına gelir. Dini bir terim olarak, Peygamberlere ilahi bilgilerin aktarılması, Cebrail aleyhisselamın, Allahü tealanın emir ve yasaklarını peygamberlerine okumasıdır.” (Bkz. Vahy)
Kur’an-ı kerim, Peygamber efendimize bir defada, toptan gelmeyip, lüzumuna ve hadiselere göre, ayet ayet, bazan sure sure vahyolundu. Yirmi üç senede tamamlandı. Mekke’de nazil olan ayet-i kerimelere Mekki, Medine’de nazil olanlara da Medeni dendi. Diğer semavi kitap ve suhuflar ise bir defada inmişlerdir.
Peygamber efendimiz kendisine gelen vahyi ezberler ve asla unutmazdı. A’la suresinin altıncı ayet-i kerimesinde mealen; “Sana (Cebrail’in öğreteceği üzere Kur’an’ı) okuyacağız ve sen hiç unutmayacaksın.” buyrulmuştu. Resulullah efendimiz, kendisine gelen vahyi Eshab-ı kiramına okur, onlar da ezberlerdi. Emrinde hususi vahiy katipleri vardı. Gelen vahyi, vahiy katiplerine yazdırır, her ayet-i kerimenin hangi sureye yazılacağını bildirirdi. Kur’an-ı kerim ayetleri, Resulullah efendimizin sağlığında; derilere, kemiklere, taş parçalarına, hurma kabuklarına yazılıp en emin yerlerde hürmet ve itina ile muhafaza edildi.
Cebrail aleyhisselam her sene bir kere gelip, o ana kadar inmiş olan Kur’an-ı kerimi, Levh-i mahfuzdaki sırasına göre okur, Peygamber efendimiz dinler ve tekrar ederdi. Âhirete teşrif edeceği sene, iki kere gelip, tamamını okudular. Muhammed aleyhisselam ve Eshabdan çoğu, Kur’an-ı kerimi tamamen ezberlemişti. Bazıları da, bazı kısımları ezberlemiş, birçok kısımlarını yazmışlardı.
Peygamber efendimizin vefatından sonra, hazret-i Ebu Bekr’in hilafeti devrinde mürtedlerle yapılan YemameHarbinde, yetmişten fazla kurra (hafız) şehid düştü. Bu durumdan hazret-i Ömer endişe edip, Kur’an-ı kerimin toplanması için halife hazret-i Ebu Bekr’e müracaat etti. Bunun üzerine hazret-i Ebu Bekr’in emriyleZeyd binSabit başkanlığında büyük bir heyet tarafından Kur’an-ı kerim sayfaları bir araya toplandı. Her surenin ayetleri, Peygamber efendimizin bildirdiği tertibe göre, bir araya getirildi. Hazret-i Ebu Bekr, bu heyete bütün Kur’an-ı kerimi kağıt üzerine yazdırdı. Böylece Mushaf (veya Mıshaf) denilen bir kitap meydana geldi. Kur’an-ı kerimin bu şekilde toplanıp tertib edilmesine “tevkifi” dendi. Otuz üç bin Sahabi, bu mushafın her harfinin tam tamına yerinde olduğuna söz birliği ile karar verdi. Sureler birbirinden ayrılmamıştı. Üçüncü halife hazret-i Osman, hicretin yirmi beşinci senesinde sureleri birbirinden ayırdı ve sıraya koydu. Altı mushaf daha yazdırıp; Bahreyn, Şam, Bağdat, Yemen, Mekke ve Medine’ye gönderildi. Bugün, dünyada bulunan, bütün mushaflar, hep bu yedi mushaftan çoğaltılmış olup, aralarında bir nokta farkı bile yoktur.
Kur’an-ı kerim’de 114 sure ve 6236 ayet vardır. Âyetlerin sayısının 6236’dan az veya daha çok olduğu mesela 6666 ayet olduğu da bildirildi ise de, bu ayrılıklar, büyük bir ayetin, birkaç küçük ayet sayılmasından veya birkaç kısa ayetin, bir büyük ayet, yahud surelerin evvelindeki Besmelelerin bir veya ayrı ayrı ayet sayılmasından ileri gelmiştir.
Hazret-i Osman zamanında istinsah edilerek çoğaltılan mushaflarda hareke ve nokta yoktu. Müslümanlar, nokta ve harekeye muhtaç olmadan bu mushafları kendi tabii okuyuşlarına göre okudular. Hazret-i Osman devrinden, Emevi halifesi Abdülmelik bin Mervan, (vefatı 705/H.86) devrine kadar kırk küsur sene okumaya devam ettiler. Ne zaman ki Arap olmayan milletlerin Müslüman olmaları ve dillerinin de başka olması, Kur’an-ı kerime nokta ve hareke konması ihtiyacını hissettirdi. Haccac bin Yusuf 714 (H.95), Kur’an-ı kerimin yanlış okunmasını önleyecek işaretlerin bulunarak mushaflara konulması hususunda tedbirler aldı. Kur’an-ı kerime ilk harekeyi Ebü’l-Esved ed-Düeli; noktalama işaretlerini de, Yahya bin Ya’mer koydu.
Eski mushaflarda ayet sonları iyice belirtilmediği gibi ayet arası vakıf yerleri de işaretli değildi. Baştan başa Kur’an-ı kerim ayetleri tarandı ve nerelerde durmak lazım geldiği tek tek incelenip belirlendi. Mushaf yazan hattatlar da zamanla ayet-i kerimeleri birbirinden ayırmak için ayet sonlarına yuvarlak bir daire veya gül deseni şeklinde muntazam işaretler koydular. Müslümanlara yol göstermek için bu konuda vakıf ve ibtida adıyla başlı başına eserler yazıldı. Böylece Müslümanların anlayacağı şekilde izah edildi. Altıncı asırda yaşayan Muhammed bin Tayfur Secavendi, kıraata dair çalışmalarıyla meşhur oldu. Vakf ve İbtida adlı eserinde, Kur’an-ı kerim okurken icab eden vakıf ve ibtidaları açıkladı. Fas ve Cezayir gibi magrib memleketleri hariç, bütün şark memleketlerindeki Kur’an-ı kerim nüshalarında, Secavendi’nin yolu takib edildi. Bugün mushaflarda kullanılan bu işaretlere, Secavend denmesi bu zatın ismi sebebiyledir.
İslam alimlerinin büyüklerinden, Osmanlı Devletinin dokuzuncu şeyhülislamı Ahmed ibni Kemal Paşa Kur’an-ı kerimin secavendlerini, yani duraklarını yazdığı şiirinde şöyle bildirmektedir:
Cim: : Caiz geçmek ondan, hem reva,
: Durmak fakat, evladır sana!
Ze: : Caiz, onda dahi durdular,
: Geçmeği, daha iyi gördüler.
Tı: : Mutlaka durmak nişanıdır.
: Nerde görsen, orda hemen dur!
Sad: : Durmakta ruhsat var dediler.
: Nefes almaya izin verdiler.
Mim: : Lazım durmak burada elbet,
: Geçmede, küfürden korkulur pek!
La: : Durulmaz! demektir her yerde,
: Durma hiç! Alma hem nefes de!
: Bu tertible oku, itmam et,
: Sevabın cümleye ihsan et!
Ayn: Bu harf, rüku demektir. Ömer Faruk’un (radıyallahü anh) namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip rükua eğildiğini gösterir. Ayn işareti, hep ayetlerin sonunda bulunmaktadır.
Kur’an-ı kerim Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğüdür ve insan sözüne benzememektedir. Her şairin, nazım yapmak kabiliyeti başkadır. Mesela, Mehmed Âkif’in ve Nabi’nin şiirlerini iyi bilen usta bir edebiyatçıya, Mehmed Âkif’in, son yazdığı bir şiirini götürüp, bu, Nabi’nin şiiridir desek, bu şiiri, hiç işitmemiş olduğu halde, okuyunca; “Yanılıyorsunuz! Ben Nabi Efendinin ve Mehmed Âkif’in şiirlerini iyi bilirim. Bu şiir Nabi’nin değil, Mehmed Âkif’indir” der. İki Türk şairinin Türkçe kelimeleri nazm etmesi, dizmesi çok farklı olduğu gibi, Kur’an-ı kerim hiç bir insan sözüne benzemiyor. Kur’an-ı kerimin insan sözü olmadığı tecrübe ile de isbat edilmiştir ve her zaman edilebilir. Şöyle ki, bir Arab şairi, bir sayfada, edebi sanat inceliklerini göstererek, bir şey yazmış, bunun arasına birkaç satır hadis-i şerif ve başka yerine de, aynı şeyi anlatan bir ayet-i kerime koyup, hepsi bir arada, İslamdan ve Kur’an’dan haberi olmayan, Arabisi kuvvetli birisine, bir adamın yazısı diye okutturulmuştur. Okurken, hadis-i şerife gelince, durmuş ve; “Burası, yukarısına benzemiyor. Buradaki sanat daha yüksek” demiştir. Sıra ayet-i kerimeye gelince, şaşkın bir halde; “Burası hiç bir söze benzemiyor. Mana içinde, mana çıkıyor. Hepsini anlamağa imkan yok.” demiştir.
Kur’an-ı kerim, hiçbir dile, hatta Arapçaya da tercüme edilemez. Herhangi bir şiirin, kendi diline bile, tam tercümesine imkan yoktur. Ancak izah edilebilir, açıklanabilir.
Cebrail aleyhisselam dahi, Kur’an-ı kerimin manasını ve esrarını Resulullah’a sorardı. Resulullah’ın, Kur’an-ı kerimin hepsinin tefsirini, Eshabına bildirdiğini İmam-ı Süyuti haber vermektedir.
Hülasa, Kur’an-ı kerimin manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Kur’an-ı kerimi tefsir eden O’dur. Doğru tefsir kitabı da, O’nun hadis-i şerifleridir. Din alimlerimiz, uyumayarak, dinlenmeyerek, istirahatlarını feda ederek bu hadis-i şerifleri toplayıp, tefsir kitaplarını yazmışlardır. Beydavi Tefsiri bunların en kıymetlilerindendir. (Bkz. Tefsir)
Kur’an-ı kerimin hakiki manasını anlamak, öğrenmek isteyen bir kimse, din alimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. Bu kitapların hepsi, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden alınarak yazılmıştır. Kur’an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez. Okuyan kimseler, tercüme edenin bilgi derecesine göre anlamış olduğunu öğrenir. Bir cahilin, bir dinsizin yaptığı tercümeyi okuyan da, Allahü tealanın buyurduğunu değil, tercüme edenin bozuk ve yanlış fikirlerine kapılarak ya bozuk itikat sahibi olur veya dinden çıkar.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanıp 1961’de, neşredilen Kur’an-ı Kerimin Türkçe Meali adındaki tercümenin önsözünde de diyor ki: “Kur’an-ı kerim gibi ilahi belagat ve i’cazı haiz bir kitab, yalnız Türkçeye değil, hiç bir dile hakkıyla çevrilemez. Eski tefsirlerin ışığı altında verilen manalara da tercüme değil, meal demek uygundur. Kur’an’ın yalnız manasını ifade eden sözleri, Kur’an hükmünde tutmak, namazda okumak ve aslına hakkıyla vakıf olunmadan ahkam çıkarmak caiz olmaz. Hiçbir tercüme, aslının yerini tutamaz. Kur’an-ı kerimde, muhtelif manalara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek, çeşitli manalarını bire indirmek olur ki, verilen tek mananın, murad-ı ilahi olduğu bilinemez. Bunun için, Kur’an tercümesi demeye cesaret edilemez. Kur’an-ı kerimi tercüme etmek başka, tercümeyi Kur’an yerine koymaya kalkışmak başkadır.”
Önsözden sonra yapılan açıklamalarda diyor ki; “Bu ilahi, beşer üstü ve muciz kitabın tam hakkını vererek aynen Türkçeye çevrilmesi mümkün değildir. Bu itibarla, en isabetli yol; ayetleri kelime kelime aynen tercüme etmek yerine, Arapça aslından anlaşılan mana ve meali Türkçe ile ifade yolu olsa gerektir. Kur’an’ın nazm-ı celilini, aslındaki i’caz ve belagatini muhafaza ederek tercüme etmek mümkün değildir. Fakat, meal olarak tercümesi mümkündür. Bir dilden başka bir dile yapılan tercümelerde, her iki dilin hususiyetlerini hakkıyla belirtmeye imkan yoktur. Avrupa’da ilk Kur’an tercümesi 1141 (H.537)de Latinceye yapılmıştır. 1513 (H.919)te İtalyancaya, 1616 (H. 1025)da Almancaya, 1647 (H.1056)de Fransızcaya ve 1648 (H.1057)de İngilizceye tercüme edilmiştir. Bugün, bu dillerin herbirinde otuz kadar tercümeleri vardır.ÊAncak çeşitli eğilimli kimselerin yaptıkları tercümelerde, pek yanlış hatta garazkarane olanlar vardır.”
Kur’an-ı kerimin tefsiriyle ilgili bir diğer husus da şudur: Mısır, Irak, Hicaz, Fas Arapçaları birbirine benzemiyor. Kur’an-ı kerim, bunlardan hangisinin dili ile açıklanacak? Kur’an-ı kerimi anlamak için, şimdiki Arapçayı değil, Kureyş dilini bilmek lazımdır. Kur’an-ı kerimi anlamak için, çalışıp, yıllarca dirsek çürütmek lazımdır. Böyle çalışıp anlayan, İslam alimlerinin yazdığı tefsirlerden, açıklamalardan okuyup anlamalıdır. Derme çatma tercümeleri okuyanlar, Kur’an-ı kerimi mitolojik hikayeler, lüzumsuz, faydasız düşünceler, bayağı sözler sanır. Kur’an’dan, İslamdan soğuyup imanını kaybedebilir.
Allahü teala, Kur’an-ı kerimde mealen; “Benim kitabım Arabidir. Muhammed’e (aleyhisselam), bu Kur’an’ı Arabi dil ile indirdim.” buyurdu. O halde, Allahü tealanın melek ile indirdiği kelimelerin, harflerin ve manaların toplamı Kur’an’dır. Böyle olmayan kitaplara, Kur’an-ı kerim denemez. Bu kitaplara Kur’an diyen Müslümanlıktan çıkar. Başka dile, hatta Arabiye çevrilirse, Kur’an açıklaması denir. Manası bozulmadan da, bir harfi bile değişince, Kur’an olmaz. Hatta hiç bir harfi değişmeden, okunmasında ufak değişiklik yapılırsa Kur’an denmez.
Kur’an-ı kerimin, Latin harfleri ile yazılmasına da imkan bulunmamaktadır. Çünkü bu harflerde, Kur’an-ı kerim harflerinin hepsinin karşılığı olmadığından, mana bozulmaktadır. Okunan, Kur’an olmayıp, manasız veya rastgele manalar veren, bir ses yığını olmaktadır.
Geçmişteki ve gelecekteki bütün ilimler, Kur’an-ı kerimde mevcud olup, bütün kitaplardan üstün ve kıymetlidir. Peygamber efendimizin en büyük mucizesidir. İnsanlar, Kur’an-ı kerimin en kısa suresi gibi bir söz söylemekten aciz bırakıldılar. Kur’an-ı kerimin belagatı, fesahatı insan gücünün üstündedir.
Mevduat-ül-Ulum’da diyor ki: “Kur’an-ı kerimdeki bilgiler üç kısımdır: Birincisini hiçbir kuluna bildirmemiştir. Kendisini, isimlerini ve sıfatlarını kendinden başka kimse bilemez. İkinci kısım bilgileri, yalnız Muhammed aleyhisselama bildirmiştir. Bu yüce Peygamberden ve onun varisi olan rasih alimlerden başka kimse bunları anlayamaz. Müteşabih ayetler böyledir. Üçüncü kısım bilgileri, Peygamberine bildirmiş ve ümmetine öğretmesini emir buyurmuştur. Bu ilimler de ikiye ayrılır: Birinciler, geçmiş insanların hallerini bildiren kısas ve dünyada-ahirette yaratmış olduğu ve yaratacağı şeyleri bildiren haberler yani ahbar’dır. Bunlar, ancak Resulullah’ın bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile, tecrübe ile anlaşılamaz. Üçüncü kısım bilgilerin ikincileri, akıl, tecrübe, Arabi ilimler ile anlaşılabilir. Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarmak ve fen bilgilerini anlamak böyledir.”
Kur’an-ı kerim, önce gelen bütün kitapları ve onlardaki hükümleri kaldırdı. Zaten Tevrat, Zebur ve İncil tahrif edilip asılları kalmamıştır. Kur’an-ı kerimin, kıyamete kadar hiçbir zaman tahrifat (değişiklik), unutulmak, ziyade ve noksanlık olmayıp, gönderildiği gibi muhafaza edileceği, Hicr suresi 9. ayet-i kerimesinde mealen; “Hiç şüphe yok ki, Kur’an’ı biz indirdik ve muhakkak ki, onu tahrif ve tebdilden (değişikliğe uğramaktan) biz koruyacağız.” buyruldu.
Kur’an-ı kerimde kimsenin yapamayacağı, söyleyemeyeceği şeyler sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan altısı şöyledir:
Birincisi: İ’caz ve belagattır. Yani az söz ile, pürüzsüz ve kusursuz olarak, çok şey anlatmaktır.
İkincisi: Harfleri ve kelimeleri, Arab harflerine ve kelimelerine benzediği halde, ayetler, yani sözler ve cümleler, onların sözlerine ve şiirlerine ve hutbelerine hiç benzemiyor. Kur’an-ı kerim, insan sözü değildir. Allah kelamıdır. Kur’an-ı kerimin yanında onların sözleri, cam parçalarının elmasa benzemesi gibidir. Dil mütehassısları bunu pek iyi görüyor ve teslim ediyor.
Üçüncüsü: Bir insan, Kur’an-ı kerimi ne kadar çok okursa okusun bıkmıyor, usanmıyor. Arzusu, hevesi, sevgisi ve zevki artıyor. Halbuki, Kur’an-ı kerimin tercümelerinin ve başka şekillerde yazmalarının ve diğer bütün kitapların okunmasında, böyle arz ve lezzet artması olmuyor. Usanç hasıl oluyor. Yorulmak başkadır, usanmak başkadır.
Dördüncüsü: Geçmiş insanların hallerinden bilinen ve bilinmeyen birçok şey Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir.
Beşincisi: İlerde olacak şeyleri bildirmektedir ki, bunlardan çoğu zamanla meydana çıkmış ve çıkmaktadır.
Altıncısı: Kimsenin hiçbir zamanda, hiçbir suretle bilemeyeceği ilimlerdir ki, Allahü teala, ulum-i evvelini ve ahirini Kur’an-ı kerimde bildirmiştir.
Kur’an-ı kerimde bildirilen ilimlerden bazıları şunlardır:
1. Mahlukları inceleyerek, Allahü tealanın var olduğunu ve bir olduğunu anlamayı göstermektedir. Fen bilgileri bu kısımdadır. İçindeki bilgilerden ancak bir kısmı bu günkü insanlar tarafından bulunabilmiştir. Halbuki, bu ilmi ve fenni esaslar, 1400 küsur sene evvel Kur’an-ı kerimde bildirilmiştir. Bunlardan birkaçı şöyledir:
Dünyanın nasıl meydana geldiği hakkındaki modern bilgiler, 50-60 sene öncesine kadar bilinmiyordu. Kur’an-ı kerimde Enbiya suresi 30-33. ayet-i kerimesinde mealen; “İnkar edenler, gökler ve yer küresi birbirlerine yapışık iken onları ayırdığımızı bilmezler mi?” Yasin suresi 37 ve 38. ayet-i kerimelerinde; “İnkar edenlere bir delil de gecedir. Biz ondan gündüzü ayırırız, sıyırırız da karanlıkta kalıverirler. Güneş de kendi mahrekinde (yörüngesinde) yürür.”
İnkar edenler, bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi? (Enbiya suresi: 30)
İnsanı sudan yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah’tır. (Fürkan suresi: 54)
Yerin yetiştirdiklerinden ve kendilerinden ve bilmedikleri bir çok şeylerden çift çift (yani bol bol) yaratan Allahü teala her türlü ayıp ve noksanlıktan münezzehtir. (Yasin suresi: 36)
Buradan bitki ve hayvanat bilgilerine, fakat bunların yanında bilmedikleri birçok şeyler diye insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş bulabildikleri atom enerjisi gibi yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar vardır. Nitekim cenab-ı Hak, Rum suresinin 22. ayeti kerimesinde mealen; “Gökleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, O’nun varlığının ayetlerinden (işaretlerinden)dir. Doğrusu burada alemler (insanlar, melekler ve cinler) için ibret vardır.” buyuruyor.
Bu sözler bugün genetik (kalıtım) ile uğraşan ilim adamlarına bir işarettir. Demek oluyor ki, “dil ve renk farklarında” henüz bizim bugün daha bulamadığımız bazı incelikler vardır. Zamanla meydana çıkmaktadır.
2. Tarihi inceleyerek iman edenlerin, İslamiyete uyanların mesud olduklarını, imansızların ise, dünyada azab içinde yaşadıklarını anlatmaktadır.
3. Âhiretteki nimetleri ve azapları bildirerek, imanlı olmaya teşvik etmektedir.
4. Dünyada ve ahirette saadete kavuşmak için, nasıl yaşamak lazım olduğunu öğretmektedir.
5. Müşriklerle (inanmayanlarla), münafıklarla (inanmış görünenlerle), Yahudilerle ve Hıristiyanlarla nasıl mücadele yapılacağı bildirilmektedir.
Kur’an-ı kerimi okuyup ona uygun iman eden, hidayet üzere olur. Doğru yolda bulunur. Allahü tealaya kavuşturacak olan doğru yolu bulur. Cehennem azabından kurtulur. Hatta bunun sevabı dedelerine, çocuklarına ve torunlarına tesir eder. Îtikadı düzgün bir kimse Kur’an-ı kerimi okuyup, salih Müslümanların yazdığı ilmihal kitaplarında bildirdiği üzere amel ettiği, ibadet yaptığı takdirde büyük sevablara kavuşur. Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:
Hoca çocuğa besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teala çocuğun anasının, babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için senet yazdırır.
Ümmetimin yaptığı ibadetlerin en kıymetlisi Kur’an-ı kerimi mushafa bakarak okumaktır.
Namazda okunan Kur’an-ı kerim, namaz dışında okunan Kur’an-ı kerimden daha sevaptır.
Kur’an-ı kerim okunan evden arşa kadar nur yükselir.
Ebu Hüreyre buyurdu ki: “Kur’an-ı kerim okunan eve, bereket, iyilik gelir. Melekler oraya toplanır. Şeytanlar oradan kaçar. Kur’an-ı kerim okunmazsa bunun aksi olur.”
Kur’an-ı kerimi okumak, mühim sünnettir. Tecvid ilmine uygun olarak ve hürmet ile okunan Kur’an-ı kerimi dinlemek farz-ı kifayedir. Okuyanlara verilen sevapların aynısı, dinleyenlere de verilir.
Kur’an-ı kerim hakkında batılı ilim adamları hayranlıklarını gizleyemeyip itiraflarda bulunmuşlardır. Dünyanın meşhur ediplerinden olan Goethe (1749-1832), Batı-Doğu Divanı adlı eserinde şöyle diyor: “Kur’an’ın içinde pekçok tekrarlar vardır. Onu okuduğunuz zaman, bu tekrarlar bizi usandıracak sanılıyor, fakat biraz sonra bu kitap bizi kendisine çekiyor. Bizi hayranlığa ve sonunda büyük saygıya götürüyor.”
Prof. Edward Monte; “Allah’ın birliğini en temiz, en yüksek, en kutsal ve inandırıcı ve başka hiçbir din kitabının üstün gelemeyeceği bir dil ile anlatan kitap, Kur’an’dır.” demektedir.
Gaston Kar; “İslam dininin kaynağı olan Kur’an’da cihan medeniyetinin dayandığı bütün temeller bulunmaktadır. O kadar ki, bugün bizim medeniyetimizin Kur’an’ın bildirdiği temel kurallardan kurulduğunu kabul etmemiz gerekir.” demektedir.
İngiliz Rahibi Beowerth-Simith, Muhammed ve Muhammed’e bağlı Olanlar adlı eserinde; “Kur’an üslub temizliği, ilim, felsefe ve hakikat mucizesidir” diyor.
Prof. Carlyle; “Kur’an okundukça onun alelade, gelişi güzel bir edebi eser olmadığını hemen hissedersiniz. Kur’an, kalpten gelen ve başka kalplere hemen nüfuz eden bir eserdir. Diğer bütün eserler bu muazzam eser yanında çok sönük kalır. Kur’an’ın göze çarpan ilk karekteri onun doğru ve mükemmel bir yol gösterici, dürüst bir rehber olmasıdır. İşte bence Kur’an’ın en büyük meziyeti budur. Bu meziyet diğer bir çok meziyetlere de yol açmaktadır.” diyor.
4-)İslam dininin temel ilkelerini, Hz. Muhammed'e gönderilen Tanrı buyruklarını içeren, Müslümanlığın temel kitabı, Kur'an, Kelamıkadim, Mushaf.
Bu bilgi faydalı oldu mu ?
Kelime Türü Nedir ?
- Mısırlı hafızlardan tam not Mısırlı'kurra'hafızlar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kur'an-I Kerim okuyuşuna tam not verdi.
- Bağlan Emniyet Müdürlüğü de teslim olan Talibana birer Kur'an-I Kerim ve kaptan hediye etti.
Sizde içinde Kur'an-I Kerim kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !
