Nur Nedir
Nur Nedir ? Nur Ne demek ?
1-)NÛR
Işık, aydınlık, ziya,
parlaklık; şan, şeref; eşyayı ortaya çıkaran
ve onun gerçekliğini gözler tarafından görünür kılan.
Çoğulu "envar"dır. Ziya kelimesiyle eş
anlamlı olduğu kabul edilir. Ancak, bu iki kelime arasında
ifade ettikleri şeyler açısından bazı
farklılıklar ileri sürülmüştür. Parlaklığı
bizzat kendinden olan cisimlerin yaydığı
ışıklara ziya; başka bir ışık
kaynağı vasıtasıyla parlak olan cisimlerin saçtığı
ışığa ise nur denilmektedir. Bu tanım, şu
ayeti kerimeye dayandırılmaktadır: "Güneşi,
ışıklı (ziyalı) ayı nurlu kılan...
(Yunus,10/5). Bu ayeti esas alan bazıları, ziyanın, nurdan
daha kuvvetli bir anlamı olduğunu iddia etmişlerdir.
Işık olarak nur ile ziya arasında bir
ayırım yapılmadan, Kozmoğrafya ve fizikle ilgilenen
bilim adamları tarafından bir takım çalışmalar
yapılmış ve ışığa has özellikler
tesbit edilerek cisimlerle olan ilişkileri açıklanmaya çalışılmıştır.
Bu konudaki çalışmaların en mühimi İbnul-Haysem'in
optik ilminden bahseden Kitabul-Menazir'idır. İbnul-Haysem,
ışık açısından cisimleri iki grup olarak
değerlendirmektedir. Bunlardan biri,
parlaklığının kaynağı bizzat kendisi olan
cisimler (güneş, yıldızlar ve ateş gibi) ve
karanlık olan cisimler. Karanlık cisimler ise kendi
arasında saydam, yarı saydam ve saydam olmayanlar gibi bir
tasnife tabi tutulurlar.
Aydınlığı bizzat kendisinden olan
cisimlerin ışığı onların cevheri bir vasfıdır.
Karanlık olup, başka bir kaynaktan gelen
ışığı yansıtan ve bu yüzden parlak olan
cisimlerin bu durumu, onlar için arazdır. Ancak ışık,
her iki durumda da karşısında bulunan cisimleri
aydınlatır.
Kazvini de, bir kısmını
kozmoğrafyaya tahsis ettiği, Âcaibu'l-Mahlukat ve
Garaibu'l-Mevcudat" isimli eserinde konuyla ilmi olarak ilgilenmiş
ve bazı deneylere dayanarak ışığın
özellikleri hakkında bir takım çıkarımlarda
bulunmuştur.
Nur (ışık) kavramı, antik çağlara
ait mitolojilerde, efsanelerde, gerçek ve batıl dinlerde etkileyici
bir unsur olarak yaygın bir şekilde
kullanılmıştır. Ayrıca, mistik ve metafizik ile
ilgili açıklamalarda, ilahiyat ve kozmolojide, nur-ışık-aydınlık
motifi sürekli işlenmiştir.
Nur, bazan sadece fiziki anlamda, bazan da esrarlı
bir remz, bir sembol olarak kalp ile algılanan mecazi anlamda kullanılır.
Mecazi olarak kullanıldığında; nitelediği
kişiyi, nesneyi yüceltir. Ona bir kutsiyet kazandırır.
Bunun içindir ki, dini olarak önemli ve büyük kabul edilen
şahıslar ışıklı, nurlu bir çerçeve
içerisinde telakki edilerek insanüstü vasıflarla nitelenirler.
Bazı dinler ve felsefi inançlar tamamen nur motifi üzerine
kurulmuşlardır. Bunlardan birisi Maniheizm olup, bu
inanışa göre evren deki bütün varlıklar
aydınlık ve karanlık (nur ve zulmet) karşıtlığı
üzerine kurulmuştur. Nur iyiliğin, zulmet de kötülüğün
sebep ve kaynağıdır. Evren bu
karşıtlığın mücadele alanıdır ve iki güç
arasındaki savaş kesintisiz olarak devam eder. Bu tanım,
aynı şekilde Mecusiliğin dualist (iki tanrılı)
inancıyla da uyum içerisindedir. Zaten onlar iyilik tanrısını
sembolize eden ve bir ışık kaynağı olan
ateşe tapmaktaydılar (bk. Mecusilik mad.).
Bazı batılı filozoflar ve onların
İslam dünyasındaki uzantıları olan felsefeciler, çoğu
zaman varoluşu ve bu varoluşun evrelerini ışık
kavramı üzerine oturturlar. Allah'ın
varlığını ve zatını, vahyin
dışında, aklı kullanarak izah etmeye çalışanlar,
ilahlığı ışıkla veya
ışığın akılla olan ilişkileriyle
tanımlama yoluna gitmişlerdir. Böyle bir inanç sisteminin
temelleri Platon tarafından atılmış ve Aristo
tarafından oldukça tekamül ettirilmiştir. Batılı
filozoflar tarafından geliştirilen metafizik ve ilahiyata dair
bu nazariyeler pek az değişiklikle onların
uzantıları olan Farabi ve İbn Sina tarafından iktibas
edilmiştir. Onlar, ışık inancını akıl
ile bağlantılı olarak kullanmışlardır. Farabi,
Akl'ın ışığını ele alırken bir
çok eş anlamlı kelimeler kullanmıştır. İbn
Sina, Farabi'nin açıklamalarını genişletmiş,
onun ilahiyatındaki ışık kavramını ruh ile
beden arasında bir birleşme olarak telakki etmiştir.
Sufiler de, nur (ışık) terimini
yaygın bir şekilde kullanmışlardır. Bunlardan
bazıları, Kur'an-ı Kerim'de geçen ve Allah Teala'nın
yüklediği anlamlar çerçevesi içerisinde kalmış;
diğer bazıları da doğu ve batıdaki nur (ışık)
akidelerinin tesiri altında kalarak farklı mecralarda yol
almışlardır.
Burada, salt ışık akidesi üzerine
kurulmuş felsefi bir ekol olan ve Mecusiliğin nur-zulmet
akidesinin tesiri kadar, batılı filozofların
ışık inançlarının tesirinde de kalarak ortaya çıkan
İşrakilikten bahsedilmesi gerekmektedir. İşrakiliğin
kurucusu, Eyyubiler devrinde yaşamış olan ve
yaydığı düşünceler İslam akidesiyle çeliştiği
için Halep'te 1191 yılında idam edilen Şihabüddin
Sühreverdi'dir. O, İşraki doktrinini oluştururken,
İbn Sina'yı ve İslam öncesi Pisagorculuk, Eflatunculuk ve
Hermetizm esaslarını kaynak almıştır. Ancak onun
felsefesi bu felsefeyi temellendiren kaynakların çokluğuna
rağmen, eklektik bir felsefe olarak nitelendirilmekten uzak olup,
orijinal özelliklere sahiptir. Meşşai ekolün, hakikatın
akıl yoluyla keşfine önem vermesine karşılık; o,
gerçeğin ancak sezgi yoluyla kavranabileceği tezini ileri sürmüştür.
İşrak kelimesi Arapça'da hem doğu hem
de aydınlarıma ve ışık alemiyle
alakalıdır. Sühreverdi, Kosmosun gerçekliğini açıklamaya
çalışırken bu iki anlamı iç içe kullanmıştır.
O, coğrafi Doğu-Batı yatay çizgisini dikey boyuta
çevirir. Bu onun felsefesinde kutsal coğrafyayı oluşturur.
Doğuyla kastedilen; madde ve karanlıktan tamamen
soyutlanmış, dolayısıyla fani gözlere görünmeyen
saf ışıklar veya baş melekler alemidir. Batı ise,
madde ve karanlıklar dünyasıdır. Orta batı da,
ışığın karanlıklarla karışık
olduğu görünür semalardır.
Sühreverdi'ye göre varlığın gerçekliği,
çeşitli yoğunluk derecelerine sahip olan ışıktan
başka bir şey değildir. Ona göre, hakikatın cevheri
olan nur'un tanımlanması mümkün değildir. Bu,
ışıktan daha açık ve belirgin bir
varlığın mevcud olmayışından
dolayıdır. Işık ise, tüm eşyanın açık
ve belirgin hale gelmesinin yegane sebebidir. O, varlığı
incelerken bir ışıklar hiyerarşisi tesbit eder.
Işıklar ışığı (nurul-envar) dediği
saf ışık; ışığının
yoğunluğu ve parlaklığı sebebiyle gözlerin idrak
edemeyeceği, kör edici ilahi zattır. Bu ışıklar
ışığı tüm varlığın
kaynağıdır: Ve mevcudatın gerçeklik boyutları,
ışık ve karanlığın derecelerinden başka
bir şey değildir.
Işıklar ışığından
sonra, sırasıyla melekler hiyerarşisini ve sonuçta
şuhud alemini (görünen varlık), aynı
ışık sembolizmini kullanarak açıklar. Sühreverdi,
bu konuda da İslami anlayıştan tamamen
soyutlanmış olarak hareket eder. Madde alemini incelerken,
madde aleminin arketipleri olan melekleri sıralar. Bu ise Mazdeki
melek anlayışının aşağı yukarı
aynısıdır. Ayrıca bu, yıldızlara tapan
putperestlerin yıldızlar için tayin ettikleri arketipler olan
meleklerden pek de farklı değildir. Sühreverdi'nin ortaya
koyduğu ve bağlılarının geliştirdiği
İşraki felsefe, bazı sufi akımlar ve felsefi
ekoller üzerinde derin tesirler bırakmıştır.
Nur kavramı Kur'an-ı Kerim'de bazan salt
fiziki anlamda; çoğu zaman da Kalbi-ruhi gerçekleri ifade etmede
mecazi anlamlarda kullanılmaktadır. Kur'an-ı Kerim,
vahyin dışında ve onunla zıtlaşacak bir biçimde
şekillenen bütün düşünce ve sistemleri, "zulumat"
(karanlıklar) olarak nitelendirmektedir. Bunun
karşısında ise ilahi vahyin nuruyla aydınlanmış
tevhid çizgisi üzerinde uzanan yol bulunmaktadır. Ayetlerde bu yol
"nur" olarak nitelenmektedir. Ayetlerdeki kullanımı
dikkate alındığında, hidayeti içeren ve kurtuluşa
götüren her şeyin nur olarak adlandırıldığı
görülmektedir. Allah Teala her şeyi aydınlatan ve
varlığı, rahmet nuruyla kuşatan bir nurdur. Kur'an-ı
Kerim ve onu getiren peygamber; insanları şirkin,
putperestliğin cahili hayatın karanlığından
kurtarıp hidayet aydınlığına ulaştıran
bir nurdur. Nur suresinde Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru içinde
ışık bulunan bir kandil yuvası gibidir. Kandil cam içindedir.
Cam da sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Ne tam
doğuda ne de tam batıda olan mübarek bir zeytin ağacının
yağıyla tutuşturulur. Yağ neredeyse ateş
değmeden bile tutuşup ışık verecek kadar saf ve
parlaktır. Bu, nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna
kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. Allah herşeyi çok
iyi bilendir" (en-Nur, 24/35).
Müfessirler bu ayeti tefsir ederlerken Allah Teala'nın,
nur ile vasfedilmesini işrakilerin ve bazı sufilerin yaptığı
gibi gizemli ve batıni yorumlarla değil, lafız ve
manasındaki i'cazı gözönünde bulundurarak açıklamışlardır.
Bu ayet sınırsız olanı
sınırlı olan insan idrakine yakınlaştırmak için
bir örnektir. Göklerde ve yerlerde bulunan bütün varlıkları
aydınlatan, dilediğini nuruyla hidayete erdiren Allah Teala
kastedilmektedir. Yoksa işrakilerin ve diğerlerinin iddia
ettiği gibi Allah Teala'nın zatının, nur olduğunu
söylemek sapıklıktır. Allah Teala, nurun yaratıcısı
ve var edicisidir:
"Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları
ve aydınlığı (nuru) var eden Allah'a mahsustur"
(el-En'am, 6/1).
Ayetin müteşabih olduğu gayet açıktır.
Bu çerçevede değerlendirildiğinde, ayette, mucizevi bir ifade
ile Allah Teala'nın, bütün kainatı ortaya çıkaran,
insanlara bunun varlığını gösterip idrak ettiren,
varlığa dair gerçekleri onlara bildiren, kalbleri huzura kavuşturan
ve dilediğine hidayet yolunu açan gerçek Rab olduğu gerçeğinin
kastedilmiş bulunduğu açığa çıkmaktadır.
Bu kelime Allah hakkında dar ve sınırlı anlamıyla
değil, ancak mutlak anlamıyla kullanılabilir. Yani
yalnızca o, tezahürün, görünmenin, ortaya çıkmanın gerçek
ve asıl nedenidir; aksi halde kainatta karanlıktan başka
hiç bir şey olmaz. İşık veren ve başka
şeyleri aydınlatan her şey,
ışığını ondan alır. Hiç bir şeyin
ışığı kendinden değildir.
Nur kelimesi, "bilgi" anlamında da
kullanılır. Dolayısıyla, cehalete
"karanlık" denir. Allah, bu anlamda da kainatın nurudur.
Çünkü, hakikat ve hidayetin bilgisi yalnızca O'ndan gelir. O'nun nuruna
başvurmadan, dünyada karanlıkla cehalet ve neticede kötülük
ve şerden başka bir şey olmayacaktır (Mevdudi,
Tefhimu'l-Kur'an, İstanbul 1986, III, 488).
Ayetteki; "O'nun nurunun misali..."cümlesi,
"Allah göklerin ve yerin nurudur" ifadesinden doğabilecek
bir yanlış anlamayı ortadan kaldırmaktadır.
Burada Allah için "nur" kelimesinin kullanılması, hiç
bir zaman O'nun zatının nur olduğu anlamına gelmez. Nurun
kaynağı olarak mükemmelliğinden dolayı, Allah'a
"nur" denilmiştir. Ayetin başında yer alan
"Allah göklerin ve yerin nurudur" anlamındaki
"Allahu nurissemavati vel ard " nazmının delaletiyle,
İslami kaynakların tamamında, ayetten
bağımsız olarak kullanıldığı zaman, bu
cümle ile mutlak anlamda Allah Teala'nın kastedildiği
anlaşılır.
Allah Teala için kullanılan "nur"
kelimesinden; her şeyi kuşatan ve aydınlatan, vahyinin ve o
vahyin içerdiği kurtuluş ve gerçek iç aydınlığının
kastedildiğini belirten ayetler vardır. Bir ayet -i kerimede
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu
söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka
tamamlayacaktır" (et-Tevbe, 9/32; es-Saf 61/8). Buradaki nur,
Resulullah (s.a.s)'a vahyedilen İslam'dır.
Allah Teala, insanların şirkin ve cehaletin
karanlığından İslam'ın
aydınlığına ulaşmalarını sağlamak
için, İslam dışılığın sembolü olan
"zulmet" ve İslam'ın hidayetinin sembolü olan
"nur" kelimelerini bir arada, birbirine kıyaslanabilecek
şekilde bir çok ayeti kerimede kullanmaktadır. Ayrıca,
Allah'ın dinine tabi olmak; zulmetten (karanlıktan) çıkıp
nur (aydınlık)a ulaşmak şeklinde ifade edilmektedir:
"Allah, o kitabda rızasına tabi
olanları selamet yollarına eriştirir. Onları izni ile
karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Ve
onları doğru yola iletir" (el-Maide, 5116).
Bazı ayetlerde nur, Allah'ın ayetlerini içeren
kitablardır:
"Şüphesiz Biz, içinde hidayet ve nur
bulunan Tevrat'ı indirdik" (el-Maide, 5/44); "Biz, (Meryem
oğlu İsa'ya) içinde hidayet ve nur olan İncil'i
verdik..." (el-Maide, 5/46).
Şu ayeti kerimede olduğu gibi, bazan,
Resulullah (s.a.s.)'in özelliklerinden söz eden bir tarzda kullanılmaktadır:
"Ey Peygamber! Biz seni, bir şahit, bir müjdeleyici,
bir uyarıcı, Allah'ın izniyle Allah'a davet eden bir davetçi
ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik" (el-Ahzab, 33/45-46).
Diğer bazı ayetlerde de nur, ahirette
dünyadaki iyi amelleri yüzünden mükafatlandırılacak kimseler
için bir mükafat olarak zikredilir. Yani o kimseler kıyamet gününde
onları bütün endişelerden sıyıran bir nur'a sahip
olacaklardır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"O gün mümin erkeklerin ve mümin kadınların
nurlarının önlerinde ve sağlarında
koştuğunu görürsün. Melekler onlara "Bugün sizin
müjdeniz altından ırmaklar akan cennetlerdir..."
(el-Hadid, 57/ 12). Allaha ve peygamberlerine iman edenler, işte
onlar gerçekten doğru olanlar ve şehitlerdir. Bunların
Rableri katında mükafatları ve nurları vardır "
(el-Hadid, 57/19).
Hadis-i şeriflerde de nur kelimesinin bazı
vahyi gerçekleri ifade etmek için kullanıldığı görülmektedir.
Bu kullanım nitelik olarak Kur'an-ı Kerim'deki kullanımla
uyum içerisinde olup, hiçbir yanlış tefsir ve anlamaya sebep
vermeyecek bir netliktedir.
Allah'ın kitabı, içinde hidayet ve nur
bulunan bir kitabtır. Onun syetleri tabi olanları nihai kurtuluşa
ulaştırıp nuruyla kalbleri ve gönülleri aydınlatarak,
insanlığı kötülüklerin karanlığından,
hidayet ve aydınlığa kavuşturur. Resulullah (s.a.s)
şöyle buyurmaktadır:
"Ben size iki şey bırakıyorum.
Onlardan biri, içinde hidayet ve nur bulunan Allah Teala'nın
kitabıdır. Allah'ın kitabındakileri alın ve ona
sımsıkı yapışın..." (Ahmed b. Hanbel,
IV, 367).
Yine hadisler, Kur'an ayetlerinin kıyamet günü
bir nur olarak onları okuyanları
aydınlatacağını haber vermektedir.
"Kim Allah Teala'nın kitabından bir
ayet dinlerse, ona kat kat sevap yazılır. Her kim de onu okursa
o kimse için o, kıyamet gününde bir nur olacaktır"
(Ahmed b. Hanbel, II, 341).
Namaz da müminler için bir nur olarak
zikredilmektedir:
"Namaz bir nurdur. Sabır da bir
ziyadır" (Müslim, Taharet, 1).
Başka bir hadiste de; "Gecenin
karanlığında namaza yürüyen kimseye Allah Teala onu kıyamet
gününde bir nur olarak o kimseye gönderir" (Darimi, Salat, 133).
Kıyamet gününde nur, yalnızca mümin
kimselere ait olarak sürekli var olacaktır. Kafirlerden farklı
olarak, nifaklarının bir cezası olarak münafık
kimselere bir nur verilecek; ancak o, kısa bir süre sonra
Cehennem'e yuvarlanmalarıyla sönecektir. Bir hadiste Resulullah
(s.a.s) bu durumu şöyle açıklamaktadır.
"...Mümin veya münafık her insana bir nur
verilecek, sonra o nurun peşine takılacaklar. Cehennem köprüsünün
üzerinde bir takım çengeller ve pıtrak dikenleri vardır.
Bunlar Allahın dilediklerini tutacaklar, sonra münafıkların
nuru sönecek, müminler kurtulacak. Onlardan ilk zümre yüzleri Bedr
gecesinde ay gibi (parlak) yetmiş bin kişi olarak hesap görmeden
kurtulacaklar, sonra onların arkasından gelenler gökteki yıldız
nurları gibi gelip geçecekler..." (Müslim, İman, 84).
Nur kavramı yaradılışla
alakalı olarak melekler ve Resulullah (s.a.s) için kullanılan
fizik ötesi bir manayı ifade etmektedir. Allah Teala melekleri
nurdan yaratmıştır. Bir hadiste şöyle denilmektedir:
"Melekler nurdan yaratıldı. Cinler ise dumanlı
alevden yaratıldılar. " (Müslim, Zühd, 10):
Acluni, Cabir (r.a)'dan şöyle bir hadis
nakletmektedir: "Babam anam sana feda olsun ya Resulullah, Allah'ın
eşyadan önce yarattığı ilk şeyin ne
olduğunu bana haber ver" dedim: Resuulullah (s.a.s) şöyle
dedi: Ey Cabir! Allah Teala, eşyayı yaratmadan evvel kendi nurundan
senin nebinin nurunu yarattı" Bu nur, Allah'ın
dilediği şekilde onun kudretiyle deveran ediyordu. Bu vakitte,
Levh, Kalem, Cennet, Cehennem, Mülk, Sema, Yer, Güneş, Ay, Cin ve
İnsan ortalarda yoktu. Ne zaman ki Allah, mahlukatı
yaratmayı diledi; bu nuru dört parçaya böldü. Birinci bölümden
kalemi, ikincisinden levh'i, üçüncüsünden de Arş'ı
yarattı. Sonra da dördüncü bölümü tekrar dört parçaya ayırdı.
Bunun ilk parçasından Hameletül Arş'ı, ikincisinden Kürsi'yi,
üçüncüsünden de kalan melekleri yarattı. Sonra da dördüncü
parçayı tekrar dört kısma ayırdı. Bunların
ilkinden gökleri, ikincisinden yerleri; üçüncüsünden de Cennet'i ve
Cehennem'i yarattı. Dördüncü kısmı tekrar dörde
böldü. Birinci bölümle müminlerin gözlerinin nürunu, ikincisiyle
marifetullah (Allah bilgisi) olan kalplerin nurunu, üçüncüsüyle de
Kelime-i Tevhidi yarattı". Acluni'nin naklettiği bu
hadisi Abdurrezzak, İbn Cabir'den rivayet etmiştir. Acluni,
Mevahib'de de hadisin aynı şekilde rivayet edildiğini
kaydetmektedir (el-Acluni, Keşful-Hafa, Kahire t.y., I, 311).
Bu hadis ve diğer bazı hadisler
çerçevesinde Arş'ın Kalem'den önce yaratılışı
hakkında ihtilafların varlığı zikredilmiş ve
hadiste geçen nur'un ne anlama geldiği açıklanmaya çalışılarak,
yanlış bir anlamanın önüne geçilmek istenmiştir:
"Allah Teala için muhal olduğundan dolayı O'nun nurundan
kastedilen, kelimenin zahirine göre, O'nun zatıyla kaim olan bir nur
değildir. Çünkü nur ancak cisimlerle birlikte var olabilir.
Burada kastedilen, Muhammed'i, nurundan önce yaratılmış
bir nurdan varettiğidir. Buna ek olarak şu ihtimal de
eklenebilir. Muhammed'i yarattığı nur, O'nun zatıdır.
Ancak bu, Muhammed'in yaratıldığı nurun madde olduğu
anlamında değildir. Aksine Allah Teala'nın, hiç bir
şeyi aracı kılmadan, nuru yaratması hakkındaki
iradesine ilişkin bir manası vardır (Acluni, 312).
Bu açıklama, işrakilerin, maddi nur anlayışı
ile ilahi gerçekliği ortaya koymaları felsefesinin çarpıklığını
da göstermektedir. Allah Teala'nın her türlü yakıştırmaların
ötesinde olduğu, Kur'ani ve mutlak bir gerçektir. Ve onun zatının
gerçekliği, insan aklının kavrayabileceği
sınırların çok ötesindedir.
Bu hadislere dayanan bazı sufilerin Muhammedi
nur'un intikali hakkında ileri sürdükleri şeyler, akli
verilere dayanmakta olup; mesnedten yoksundurlar. Aynı zamanda nübüvvetin
devamını niteleyen nur-i Muhammedi'nin Resulullah'tan sonra
masum imamlar yoluyla Ehl-i beyt'te devam ettiğini iddia etmenin de
hiçbir tutarlı dayanağı yoktur.
Nur, Allah Teala'nın elinde olan ve
dilediğini delalete, sapıklığa düşmekten
kurtardığı ve onunla insanları hidayete erdirdiği
ilahi bir hakikattır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Veya inkar edenlerin amelleri derin bir
denizdeki karanlıklara benzer. Bir deniz ki, onu üst üste dalgalar
örtmüş dalgaların üstünden de bulutlar, bir biri üstüne yığılmış
kat kat karanlıklar, insan elini çıkaracak olsa neredeyse onu
bile göremeyerek. Her kime ki, Allah nur vermedi, artık onun nuru
yoktur" (en-Nur, 24/40).
Ömer TELLİOĞLU
2-)Aydınlık, ışık, parıltı, ziya.
3-)İlahi bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık
Örnek:Kuru kadın okurken önündeki mezarın bir yeşil nurla tutuştuğunu gördü. Ö. Seyfettin
4-)1. aydınlık, parıltı, parlaklık, niran. 2. mekke&
5-)8217;deki hıra dağı. ışığın bir şeye yansımasından meydana gelen parlaklık. zünnureyn: hz. peygamberin 2 kızıyla evlendiği için hz. osman&
6-)8217;a verilen unvan, onur sahibi. kur&
7-)8217;an-ı kerim&
8-)8217;in 24. suresinin adı ve toplam 20 ayette geçmektedir.
9-)Aydınlık, ışık, parıltı.
10-)Tanrısal bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık.
11-)Kur´anıkerim.
12-)Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık.
Bu bilgi faydalı oldu mu ?
Kelime Türü Nedir ?









- İran kısa ve orta menzilli füzeler denedi İran Deniz Kuvvetleri'nin, tatbikatın beşinci gününde"Nur"ve"Kadir"füzelerini başarıyla fırlattığı bildirildi.
- Savaş gemisinden denizdeki hedeflere fırlatılan"Nur"füzesi ile karadan denize fırlatılan"Kadir"füzesinin önceden belirlenen hedefleri başarıyla imha ettiği kaydedildi.
Sizde içinde Nur kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !
