Türbe Nedir
Türbe Nedir ? Türbe Ne demek ?
1-)Alm. Türbe (f), Fr. Turbé, turbeh (m), İng. Tomb. Kabir üzerine yapılan bina, oda. Vefat edeni ziyaret maksadıyla okumaya, dua etmeye gelenleri yağmurdan, güneşten korumak için kabirlerin üzerine kurulan çadır vs. Türbe, etrafı çevrilmiş yahut üstü örtülmüş mezar yerine de kullanılmıştır. Arapça bir kelimedir. Kökü “türab” veya “terb” kelimeleridir. Lügatta, toprak, topraklı yer, bir şeyi toprakla örtmek ve üstüne toprak saçmak manalarına gelir. Türbe, ziyaret edilen büyük zatların, evliyanın, şehitlerin, sultanların mezarlarına da denir. İlk türbeler, çadır, çardak, taş ve topraktan yapılmış oda şeklindedir. Türbede hizmet görenlere, türbenin temizlik vs. işlerine bakanlara “Türbedar” denir.
Türbe, Türk-İslam mimarisinde çok yaygın olan bir yapı tarzıdır. Cami, medrese, tekke ve zaviyelerin yanında bir türbeye de rastlanmaktadır. Birer sanat eseri olan türbelerin, basit, dört köşeli çeşitleri yanında, alınları(ön cephesi) çini ve mozaiklerle süslenmiş, cephe dış yüzlerine kesme taşlarla boydan boya çeşitli motifler işlenmiş, değişik yazı çeşitleriyle kitabeler kazınmış, bazan içleri de süslenmiş, pekçok türbe çeşitleri vardır. Türbelerin çatısı, kubbe, piramit ve konik şekiller arz eder. Bunların dört duvar üzerine kubbeyle örtülü olanlarına “türbe”, silindirik veya çokgen gövde üzerine konik veya piramit çatıyla örtülü olanlarına da “kümbet” adı verilir. İslam aleminde bu tür yapıların tavanı, genellikle birer kubbeyle kapalı olduğundan, bunlara yalnızca “kubbe” denmiştir. Türkler ise, bu yapılara “türbe” demişlerdir. Âzerbaycan ve İran’da kubbe yerine “kümbet”, türbe yerine ise“türbet” isimleri kullanılmıştır. Şehitlerin hatırasına yapılmış “anıt-mezarlara” ise “meşhed” adı verilmiştir. Doğu Anadolu’da türbeye, pekçok yerde “kümbet” veya “künbet” denir. Arap ülkelerinde bu çeşit kubbeli mezarlar için “merebut” veya orada gömülü bulunan peygamber, alim, veli... gibi din büyükleriyse “makam” adı kullanılmıştır. Makam-ı İbrahim... gibi.
Göktürkler türbeye “bark” adını veriyorlardı. Göktürk ve Uygurlar zamanında görülen ve “kurgan” adı verilen mezarlar, Türklerin İslamiyeti kabulünden sonra yerini türbelere bırakmışlardır. Selçuklu Türkleri, malzeme olarak, tuğla, taş, kerpiç kullanmışlardır. Tuğladan örülmüş, çini ve mozaiklerle süslü büyük Selçuklu türbeleri yanında, tuğlanın yerini kesme taşların aldığı Anadolu Selçuklu türbeleri, bu türün belirli örneklerini teşkil etmektedirler. Taştan kurulu temel üzerine tuğladan gövdelerin oturtulduğu türbeler de vardır. Kitabelerde yer alan hatlar kufi, nesih vs. süslü yazılardır. Bunlardan kubbe, çatının altında gizlidir. Dışarıdan konik veya piramit çatı görünür. Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar Türklerin göç yolları üzerinde bıraktıkları eserler dışında yeni bir sanatın, yeni bir zevkin en kuvvetli habercileri çok defa küçük yapılar olan bu kümbetlerdir. Bunların görünüşlerindeki kuvvetli tesir, hatlarındaki sadelik ve açıklık, o zamana kadarki anıt mezarlardan çok değişik ve karakteristik bir sanat üslubuna işaret etmektedir. Bunlar eski Türk çadırlarının anıt-mezar halini alarak ölmezleşmiş şekilleridir. Selçuklular devrine ait en meşhur kümbetlerden bazıları şunlardır: Kırşehir’de Melik GaziKümbeti, Erzurum yakınında Tercan’da Mama Hatun Türbesi, Kayseri’de Ulu Kümbet ile Çifte Kümbetler ve Emin Bayındır Kümbeti, Döner Kümbet ve Sırçalı Kümbet, Niğde’deHüdavend Hatun Kümbeti, Sivas’taEratnaoğlu Hasan Beyin Güdük Minare adındaki kümbeti, Hasan Kehf’te Dicle’nin sol kıyısında bulunan Zeynel Bey Kümbeti.
Osmanlılar zamanında, kısa zamanda gelişen ve yeni bir yapı üslubuna kavuşan Osmanlı türbeleri, daha fazla İznik, Bursa veİstanbul havalisinde toplanmışlardır. Anadolu Selçuklu sanatında görülen kesme taş süslemeleri, bu dönemde daha da geliştirilmiş, gövdeye ve kubbe kasnağına pencereler açılmış, kapı ve pencere üzerindeki süslemelere itina gösterilmiştir. Bir yandan da çini ve mozaiklerle çeşitli süslemeler yapılmıştır. Bu işçilikte boya da yer almıştır. Türbenin dışına olduğu gibi içine de önem verilmiş, içte ve dışta duvar süslemeleri yapılmıştır. Osmanlı devrine ait türbelerin en güzel ve zengin örnekleri Bursa’da ve İstanbul’da bulunmaktadır. Bursa’da Yeşil Türbe, Sultan İkinci Murad Türbesi, Şehzade Mustafa Türbesi, İstanbul’da ise Eyyüb Sultan Türbesi, Fatih Sultan Mehmed Han, Yavuz Sultan Selim Han, Kanuni Sultan Süleyman Han, Sultan İkinci Selim Han, Hürrem Sultan ve Hadice Sultan Türbeleri... gibi herbirinin ayrı sanat değeri olan sayısız türbe mevcuttur. (Bkz. İstanbul)
İslamiyette ilk yapılan türbe, Resulullah efendimizin medfun olduğu Hücre-i mutahheradır. Buraya Hücre-i Seadet de denir. Resulullah efendimiz, çok sevdiği zevcesi Âişe validemizin odasında Hicretin on birinci (M. 632) senesi Rebi’ulevvel ayının on ikinci Pazartesi günü, öğleden önce vefat etti. Çarşamba gecesi, bu odaya defn edildi.
Hazret-i Âişe’nin odası, üç metre yüksekliğinde, kerpiçle hurma dallarından yapılmıştı. Hücre-i Seadetin etrafı, hazret-i Ömer’in hilafeti devrinde başlayarak çeşitli zamanlarda taş duvarla çevrilmiştir. Emevi halifelerinin altıncısı olan Velid, Medine valisiyken, duvarı yükseltti ve üzerini küçük bir kubbeyle örttü. Peygamber efendimizin hazret-i Ebu Bekr ve hazret-i Ömer’in kabirleri dışardan görülemez ve içeri girilemez oldu. Ömer bin Abdülaziz Medine-i münevvere valisiyken 707 senesinde, Halife Velid’in emriyle, zevcat-ı tahiratın (Peygamberimizin hanımlarının) odalarını yıktırıp, Mescid-i Seadeti genişletirken, bu duvarın etrafına ikinci bir duvar yaptırdı. Bu duvar beş köşeliydi. Hiç kapısı yoktu.
Hücre-i Seadetin dış duvarının etrafı, 1189’da demirden yapılıp, yeşile boyandı. Bu parmaklığa Şebeke-i Seadet denir. Şebeke-i Seadetin kıble tarafına (Muvacehe-i Seadet), doğu tarafına (Kadem-i Seadet), batı tarafına (Ravda-i Mutahhera) ve kuzey tarafına (Hücre-i Fatıma) denir. Mekke-i mükerreme şehri, Medine-i münevvere şehrinin güneyinde olduğu için, Mescid-i Nebinin ortasında, yani Ravda-i Mutahherada, Kıbleye dönen kimsenin sol tarafında hücre-i Seadet, sağ omuzu tarafında ise, Minber-i şerif bulunur.
847 senesinde, Şebeke-i Seadetin bulunduğu yerle dış duvarlarının arasına ve bu yerin dışına mermer döşendi. Mermerler, zaman zaman değiştirildi. Son olarak Sultan Abdülmecid Han döşetti.
Hücre-i Seadetin beş köşeli duvarları yapılırken üzerlerine bir de küçük kubbe yapılmıştı. Bu kubbeye (Kubbe-tün-nur) denir. Osmanlı padişahlarının gönderdikleri (Kisve-i şerife) bu kubbe üzerine örtülürdü. Kubbe-tün-nur üzerine gelen, Mescid-i Saadetin büyük yeşil kubbesine (Kubbe-tül-Hadra) denir. Şebeke-i Seadet denilen parmaklığın dış tarafına örtülen kisve, Kubbe-i Hadra altındaki kemerlere asılırdı. Bu iç ve dış perdelere (Settare) denir. Şebeke-i Seadetin doğu, batı, kuzey taraflarında birer kapısı vardır. Şebeke-i Seadet içine Harem-i şerif ağalarından başka kimse, duvarlarının içine ise, hiç kimse giremez. Çünkü kapıları ve pencereleri yoktur. Yalnız kubbe ortasında ufak bir delik olup, tel kafesle kaplıdır. Bu deliğin hizasında olarak, Kubbe-i Hadraya da bir delik açılmıştır. Mescid-i şerif kubbesi 1837 senesine kadar kurşun rengindeydi. Sultan İkinci Mahmud-ı Adli Hanın emriyle yeşile boyandı. 1872’de, Sultan Abdülaziz Hanın emriyle boya yenilendi.
Hücre-i Seadetten sonra ilk yapılan türbeler, Baki’ kabristanında, Resulullah’ın mübarek zevcelerinin, kabirleri üzerine yapılmış olan kubbedir. Zeyneb binti Cahş validemiz pek sıcak günde vefat etmişti. Hazret-i Ömer kabir kazılırken cemaati güneşten korumak için, kabir üzerine çadır kurdurdu. Çadır, uzun zaman kabir üzerinde kaldı. Bundan sonra, kabirler üzerine çadır, çardak, zamanla, türbeler yapıldı.
Dinimiz türbe yapmayı yasak etmemiştir. Türbe yasak olsaydı, Eshab-ı kiram, Resulullah efendimizi ve hazret-i Ebu Bekr’i ve hazret-i Ömer’i oda içine defnetmezlerdi. Türbe ölüye tapınmak için yapılmaz. Ona sevgi ve saygı göstermek ve okumaya, dua etmeye gelenleri yağmurdan, güneşten korumak için yapılmaktadır. Salihleri alimleri sevmemizi, onlara saygılı olmamızı dinimiz emretmektedir. Cahil halk, ölüyü toprak altında görünce onu kendinden aşağı sanır. Türbeyi, sandukayı ve herkesin saygı ile ziyaret ettiğini görünce, o da saygılı olur. Yani türbe ölü için değil, dirilerin saygılı olup, veliden istifade edebilmeleri için yapılmaktadır.
Evliya, ölüyken de, diriyken de birşey yaratmaz. Allahü tealanın yaratmasına sebep olur. Türbeler ve evliya mezarlarını ziyaret edenler, bunlara tapınmaz. Onların ruhlarını vesile ve kendilerine şefaatçı ederek dilediklerini Allahü tealadan isterler. Adakta bulunanlar, adaklarını Allah için yaparlar ve bundan hasıl olan sevabı bir veya birçok velinin ruhuna hediye ederler. Türbe ziyareti, türbenin binası, taşı toprağı için değil, orada medfun bulunan zat için yapılır. Bu kabir ziyareti, dinimizde caiz ve çok sevabdır. Bazılarının buna şirk demeleri dini esaslara dayanmamaktadır. Ölmüş atalara tapınmak veya bunları yaratıcıya ortak yapmak, tarihte görülmüş sapık inançlardandır. Müslümanların kabir ve türbe ziyaretlerinin bu bozuk inançlarla hiçbir alakası ve benzerliği yoktur.
Türbelere bez bağlamak, mum yakmak ve benzeri şeyler, cahiller tarafından uydurulmuş şeyler olup, dinimizde yeri yoktur. Bu gibi hurafelerden bazıları Hıristiyanlık ve Yahudilikten alınarak bilgisiz kimseler arasında yayılmıştır.
Türkiye’de açık olan tekkeler ve ziyaret edilmekte olan türbeler, 3 Eylül 1341(1925) tarihli kararname ve daha sonra 20 Kasım 1341 (1925) tarihinde Vekiller Heyetince (Bakanlar Kurulu) kabul edilen 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklarla Birtakım Ünvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” ile kapatılmıştır.
İlk defa türbelerin açılması 30.3.1950 tarihine rastlar. 25 senelik bu zaman zarfında türbeler bakımsız bırakılmış, yangın ve yağmur gibi tabii afetlere maruz kalmış, tamir edilmediği gibi, kendi haline bırakılması sebebiyle bir kısım kıymetli eşyalar kaybolmuş veya zayi olmuştur. 1950 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla türbelerin tamamı açılmasa da bu güzel faaliyet daha sonraki tarihlerde devam etmiş ve imkan nispetinde türbeler birer birer açılmaya başlanmıştır.
1.3.1950 tarihinde 5566 sayılı kanunla 20.11.1925 tarihli 677 sayılı kanunun 1. maddesine şu fıkra eklenmiştir.
Türbelerden Türk büyüklerine ait olanlarla, büyük sanat değeri bulunanlar, Milli Eğitim Bakanlığınca umuma açılabilir. Buraların bakımı için gerekli memur ve hizmetliler tayin edilir. Açılacak türbelerin listesi Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanır ve Bakanlar Kurulunca tasvib edilir.
Bu kanundan sonra, 30.3.1950 tarihinden itibaren aşağıdaki türbeler ziyarete açılmıştır.
Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Sultan İkinci Mahmud, Mustafa Reşid Paşa, Barbaros Hayreddin Paşa, Mimar Sinan, Gazi Osman Paşa, Eyyub Sultan.
Daha sonra 11.3.1967 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla; Sultan Birinci Ahmed, Sultan İkinci Selim, Sultan Üçüncü Mehmed, Sultan ÜçüncüAhmed türbeleri açıldı.
16 Şubat 1990 tarihinde, 677 sayılı kanunun 1. maddesinin 5566 sayılı kanunla ilave edilen fıkrası değiştirilerek Bakanlar Kurulunun kararı kaldırıldı. Kültür Bakanlığının onayı yeterli görüldü. Bu tarihten sonra da; Aziz Mahmud Hüdayi, Merkez Efendi, Sümbül Efendi türbeleri ziyarete açıldı.
2-)TÜRBE
Ziyaret olunan mezar, Müslümanlardan, büyük alim,
veli, hükümdar, hükümdar zevcesi ve çocukları, emir, vezir ve
komutanların kabirleri üzerine inşa edilmiş, üzerleri
özellikle kubbelerle örtülü bina. Müslüman olmayanların
kabirleri üzerine yapılmış binalara türbe denilmiş.
İslam büyüklerinin üstü açık olan mezarlarına da
onlara hürmeten türbe denir. İran ve Azerbaycan'da türbeye,
sonundaki tayı telaffuz ederek "türbet" derler. Hz. Fatıma
(r.a) babasının (s.a.s) mezarını ziyaret ederken
şöyle demişti:
Hz. Fatıma bu sözünde Kabr-i Şerif için
Türbet'e Ahmed sözünü münasip görmüştü. Hz. Fatıma'nın
Kabr-i şerifin başında söylediği nazmın
tamanının anlamı şöyledir: "Ahmed Aleyhisselam'ın
Kabrinin toprağını koklayan kimseye ne olur? Ona ömür
boyunca miskü-anber gibi güzel koku koklamamak lazım gelir. Benim
üzerime öyle musibetler döküldü ki, onlar gündüzlerin üzerine
dökülselerdi, belki gece olurlardı" (Kastallani,
Mevahibü'l-Ledünniye, Mısır 1281, II, 501).
Fakat, Hücre-i Saadete (Hz. Peygamberin Kabr-i
şerifine) hürmeten ve tebcilen türbe denilmeyip "Ravza-i
Mutahhare, Kubbetü'l-Hadra" isimleri verilir.
Peygamberimiz (s.a) bazı hadislerinde kabirler
üzerine bina ve mescidler yapılmasını
yasaklamıştır (bkz. Buhari, Cenaiz, 69; Müslim, Cenaiz,
31-32, Mesacid 63; Ebu Davud, 76; Nesei, Cenaiz, 295, 339, 299).
İslam alimlerinin çoğunluğu şöyle demişlerdir:
Kabir üzerine, ev, türbe, kümbet, medrese veya mescid ya da duvarlı
oturma bahçesi yaptırmak, eğer bunlarla ziynet ve övünmek
kastedilmiyorsa mekruh olur; eğer, övünme ve ziynet kastedilirse
haram olur. Umuma aid olan mezarlıkta türbe yaptırmak
meşru değildir. Eğer, mezar müteveffanın mülküne
dahil ise, onun üzerine türbe yaptırmak mekruh olur (bkz.
Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkh Ale'l-Mezahibi'l-Erbea, Kahire (t.y)
I, 536). Ancak bir kısım İslam alimleri meşayih,
ulema, hükümdar ve hükümdar eşleri ve çocuklarının
üzerine türbe yapılmasını caiz görmüşlerdir. Türbelerin
yapıldığı yerde, bunun gibi bina ve kubbeler çok olup
bunlar ölenlerin isimlerinin bilinmesi ve tanınmalarından
başka, onlara prestij ve buna benzer bir hürmet ve saygıya
sebep olmayacaksa, böyle zamanlarda türbe ve kubbe inşasının
caiz olduğuna fetva veren alimler bulunmuştur (Hasen el-Idvi,
Meşariku'l-Envar, Mısır, 1316/26).
Müteveffanın ismi ve yattığı yer
bilinsin diye taş gibi bir alamet dikilmesinin gerekli olduğunda
Vahhabiler hariç, ittifak edilmiştir.
Mezarlarda ölünün isminin ve yerinin unutulup
kaybolmaması için mezar taşı dışında lüzumsuz,
süsleme ve yapılardan kaçınmak lazımdır. Mezarlara
yapılacak masraflar, ölüden ziyade dirilere layıktır.
Bunların (ağaç dikmek hariç) ölülere hiçbir faydası
olmaz.
İslam aleminde Abbasiler devrinden itibaren,
hükümdarlar, halifeler, hükümdar eşleri ve çocukları,
emirler, vezirler, alimler, veliler, sanatkarlar ve komutanların
mezarları üzerine türbeler (kubbe ve künbedler) yapılmıştır.
Yapılan türbelerin sanat tarihi ve mimari açıdan değerli
olanları pek çoktur. Zamanımızda bu sanat eserleri ve
tarih hazinelerinin korunmasına dikkat etmek lazımdır. Türbelerin
çatıları birer kubbe ile kaplanmış olduğundan
bunlara "kubbe" de denilmiş, Türklerde ve İran'da
bunlara kümbed veya kümbed denilmiştir. Mağrib'de türbelere
"marabut" denilir. Şehidlerin gömülü olduğu ve
üzerinde onların hatırasına yapılmış olan büyük
yapılara "Meşhed" (Şehidlik) adı
verilmiştir.
Türbeler yapılış biçimi bakımından
başlıca iki kısma ayrılır:
1- Üstü örtülü ve kenarları kapalı türbeler.
Bunlar murabba (kare), müseddes (altığen) ve daha çok kenarlı
veya daire şeklinde bir plan üzerine inşa olunur ve duvarlar
üzerine bir kubbe bina edilmek suretiyle yapılırlardı.
Kubbeler, külah, mahrut (koni), piramit, çadır, küre ve sivri
kubbe olarak yapılırdı. Bunların mimari unsurları
ve tezyinatı da zamanlarının üsluplarına göre yapılırdı.
İslam aleminde minareli ve kubbeleri çok yüksek olan muhteşem
türbelere de rastlanır. Kayseri'de Ali Cafer Kunbedi, Emir
Cemaleddin hünbedi, Alaca Künbed ve Çifte Medrese yanındaki türbelerin
üstleri taştan yapılmış ehram (piramit)
şeklindeki sivri kubbelerle örtülmüştür. Kayseri'deki Döner
Künbed, mahrut (koni) şekfinde taştan yapılmış
kubbe ile örtülüdür. Hasankeyf'teki (eski adı Hısn-ı
Keyfa) Zeynel türbesinin üzeri sivri kubbe ile ve Kahire yakınındaki
Halife türbelerinin üzerleri sivri küre şeklinde yüksek
kubbelerle kaplıdır. Bu kubbeler, duvarların üzerine ya
tromplarla, ya da pandantitlerle oturtulmuştur. Umumiyetle
taştan yapılmış türbelerin duvarları,
kenarları ve kapı ağızları taşların
oyulmasıyla husüle getirilmiş çeşitli tezyinat ve
arabesklerle ve mukarnaslarla süslenmiştir. Kayseri'deki Döner
künbet gibi çok defa mevta türbenin altına inşa edilmiş
bir mahzene konuldu. Pekçok türbenin kapıları üzerinde
içlerinde medfun olanın kim olduğunu bildiren kitabeler
bulunur, bazen de bu kitabeler kuşak halinde türbe dış
duvarlarının üst kısımlarına konurdu. Çoğu
defa türbe duvarlarının iç ve dış yüzeylerinde ve
türbe duvarlarının en çok görünen kısmına ve
pencereler üstünde ölümü hatırlatan ayet ve hadisler taş
veya mermerler içine oyulmuş kufi veya nesih yazılarla
yazılmıştır. Çini kitabeterle türbe duvarlarının
süslendiği de olmuştur.
Türbelerin içinde mezarın üzerine kıymetli
ve dayanıklı ağaçtan tabut şeklinde bir sanduka
yerleştirilirdi. Bu sandukaların üstüne yeşil renkli ve
üzeri sırma ile ayet ve hadisler işlenmiş örtüler
serilirdi. Çok defa mevtanın yattığı yerin üzerine
muhtelif taşlardan kesilmiş lahid şeklinde taşlar
konurdu. Lahid taşları süslemeli ve yazılı veya süslemesiz
ve yazısız olurdu. Bazı türbelerde yazılı ve
tezyinatlı çinilerle kaplanmış lahidler de mevcuttur.
Dıştan görünüş itibariyle Selçuklu
türbeleri künbed veya künbed-eyvan bileşimi şeklindedir. Künbed
biçiminde olanlar Döner Künbed gibi ya müstakil olur, ya da bir
caminin veyahutda bir medresinin bünyesine bitişik olur.
Kayseri'deki Hunad (Mahperi Hunad) Hatun türbesi (635/1237) Hunad
cami'nin hareminden ayrılmış köşe kısmına
bitişiktir. Gevher-i Nesibe Hatun Türbesi, Darüşşifa'nın
bitişiğindedir. Yozgat'ın Çandır kazasındaki
Sultan Hatun türbesi künbedeyvan bileşimi türbeye güzü bir
misaldir. Türbenin kubbesi çok kenarlı muhrut şeklindedir.
Doğuya açılan eyvan ise içten sivri beşik tonozlu,
dıştan kırma çatılıdır.
Kırmızı taştan yapılmış olan bu türbe
(1499) Dulkadiroğluları hükümdarı Alaüddevle Beyin
gelini Şah Sultan'a aittir.
Konyadaki Mevlana Celaleddin Rumi (ö.1273m) türbesi
birçok tamir ve tevsi'ler geçirmiş olmakla beraber eski duvar ve
ayaklarını özellikle külahını muhafaza
etmiştir. Dört köşeden sekize geçiş pahlı iri
bademlerle olmuştur. Bunun üzerine 16 kavaldan mürekkeb silindir
şeklindeki dilimli gövdenin üzeri yine dilimli bir külah ile
örtülmüştür. Gövde ve külah baştanbaşa firuze çini
ile kaplı olup Âyete'l-kürsi yazılı bir kuşak, gövde
kornişini dolaşır. Selçuklularda eyvan tipli türbelere de
rastlanır. Bunlar penceresiz uzunlamasına yapılardır.
2- Türbelerin bir kısmının yanları
açıktır. Kubbe, taş veya mermer sütunlar üzerine
oturtulmuştur. Beylikler devrinde Van'da yapılmış
etrafı açık, üstü konik çadır şeklinde bir kubbe
ile örtülü türbeler ve Ahlat'taki Bayındır Türbesi gibi. Akşehir'deki
Nasreddin Hoca türbesinin de kubbesi bu şekilde
yapılmıştır. Bunun dış kısmı
Osmanlılar zamanında yapılmıştır.
Osmanlılar zamanında bazı türbeler de
içlerinde yatan mevtaların Allah'ın rahmetinden nasibini
alması için üstü açık yapılmıştır.
Bunlar dört, altı veya sekiz mermer sütun üzerine demir
çubuklardan yapılmış bir kafes kubbe ile mücehhezdir. Bu
üstü veya yanları açık türbelerin sütunları
arasındaki duvarlarda kitabeler ve tezyinat hakkedilmiş
olanları olduğu gibi olmayanları da vardır. Bunlardan
bazılarının kapısı üzerinde kitabe de bulunur.
Çeşitli devirlerde ve yerlerde
yapılmış meşhur türbeler:
Bilinen ve zamanımıza kadar gelen en eski türbe
Abbasiler devrinde Halife Muntansır için Dicle nehrinin bir kenarında
yapılmış olan Kubbetü's-Suleybiye'dir.
Buhara'da bugün hala ayakta kalan en eski türbe
296/907 tarihinde yapılmış olan İsmail Türbesidir.
Cürcan'daki 397/1006' da pişmiş
tuğladan yapılmış olan "Künbed-i Kabus"
ün kubbesi çadır (mahrut) şeklindedir ve yerden yüksekliği
51 m dir.
Bağdad'daki Kazımeyn (Altın Kubbe) ve
Kerbela'daki Hz. Hüseyin'in kubbesi altınla kaplı olan türbesi
meşhurdur.
Fatımiler devrinde de dört köşeli,
duvarlar üzerine birer kubbe yerleştirilmiş türbeler yapılmıştır.
Bunların en eskisi Mukattam civanndaki Bedrü'lCemali (el-Cüruşi)'nin
(478/1085) meşhedidir. Bina dikdörtgeni şeklinde olup sekiz köşeli
kasnak üzerine oturan bir kubbe ve 5 çapraz tonoz ile örtülüdür.
Merv'deki Büyük Selçuklu hükümdarları Sultan
Sencer'in (ö. 552/1117) türbesi en sanatlı ve muazzam
yapılı türbelerden biridir. Kubbesinin çapı 17 m ve
yerden yüksekliği 30 m. dir. Kubbe bu gün yıkılmış
8 kenarı olan külahlı ve 8 kenarlı bir kasnak üzerinde
idi ve kubbenin dışı firuze renkli çinilerle kaplı
idi. Bu türbe Ruslar zamanında harabeye dönmüştür.
Mısır'da Eyyubiler devrinden kalma, Sultan
Salih, Necmeddin Eyyub (ö. 648/1250) ve bunun karısı Şecerü'd-Dürr'ün
adlarını taşıyan beyzi (yumurtamsı) kubbelerle
örtülü türbeleri vardır.
Memlüklülerden kalma Sultan Kalavun'un (ö. 689/1290)
medresesinin yanındaki türbesi, Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra
biçimini hatırlatır. Bugün bunun kubbesi çöktüğü
için yerine tahta bir kubbe yaptırılmıştır.
İran'da İlhanlılar devletini kuran
Moğollar, hükümdarları Gazan Mahmud'un 695/1296'da İslami
kabul etmesiyle müslüman olmaya başlamışlardı.
İlhanlılar da müslüman olduktan sonra hükümdarlarına türbeler
yaptırmışlardır. Gazan Mahmud Han'ın (ö.
703/1303) türbesinden başka Sultan Muhammed Olcaytu Hüdabende'nin
(ö. 716/1313) kurmuş olduğu Sultaniye şehrindeki türbesi
sanat ve inşa tekniği bakımından dünya mimarileri
içinde pek büyük bir kıymeti haiz olan bir şaheserdir. Bu türbe
8 köşeli gövde profili bir kubbe ile örtülmüştür. Sekiz
köşede yükselen ince minareler aynı zamanda birer
ağırlık kulesi vazifesi görür. Kubbe yerden 51 m.
yüksekliktedir. Bu türbe 1320 de yapılmıştır.
Minareleri yıkılmıştır.
Meriniler (Beni Merin) hükümdarı
Ebu'l-Hasan'ın Tlemsem'deki türbesi ve el-Ubbad kasabasındaki
Ebu Medyen (ö.1198 m) türbesi gibi Fas ve Cezayir'de mühim zatlara aid
çeşitli biçimlerde kubbeli türbelere rastlanır.
Semerkant'ta Şah Zinde türbeleri, kubbeleri değişik
yükseklikte ve çapta olan türbelerdir. Timur'un ailesi için inşa
edilmiştir. Bu türbelerin arasında en heybetlisi 808/1405'te
yapılmış olan Gur-ı Emir ismi verilen Timurleng'in türbesidir.
Bu türbenin dört köşesinde dört eyvan vardır. Yüksek
kubbesi silindir bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Bu
kasnağın "üzerine şişkin soğan
şeklinde bir kubbe daha oturtulmuştur. Kubbenin üstü tepede
birleşen birçok şakuli dilimlere ayrılmış ve
üstleri yarım silindir şeklinde firuze mavisi renginde
çinilerle kaplanmıştır.
Babür imparatoru Şah Ekber'in (1556-1605)
babası Şah Humayun için Delhi'de yaptırdığı
türbe ve kendisi için Agra'da Sigantra'da yapılan türbe Türk-Hind
mimarisinin en güzel eserlerinden olan çok muhteşem
yapılardır.
Şah Cihan'ın (1628-1659) çok sevdiği
zevcesi Mümtaz Mahal için Agra'da 17. asrın ortasında
yaptırdığı Tac Mahal ismi verilen türbe, sanat ve
güzellik bakımından dünyanın en nadide ve muhteşem
eserlerinden biridir. Tac Mahal, kenarları 100'er metre ve yüksekliği
5 m. olan bir sed (kaide) üzerine yapılmıştır. Bu
kaidenin her köşesine birer minare inşa olunmuştur.
Kubbesinin yüksekliği yerden itibaren 80 m'dir. İslam aleminde
yapılan en yüksek kubbe budur.
Türbeler, Osmanlı imparatorluğu devrine
kadar ancak hükümdarlara haneden ailelerinden mühim zatlara, büyük
şeyhlere, emir ve vezir gibi büyük devlet ricaline mahsustu.
Bunlardan başkaları için türbe yaptırmak
yasaklanmıştı. Bu yasaklık Osmanlı Devleti
zamanında kaldırılmıştır. Osmanlılar'da
umumiyetle salatin camileri gibi büyük camileri yaptıranların
türbeleri bu camilerin avlusunda yaptırılmıştır.
İstanbul'da cami yaptırmayan bir kısım Osmanlı
padişahlarının türbeleri Ayasofya'nın avlusunda
yapılmıştır.
Osmanlılarda türbe mimarisi diğer mimari
eserlerden sonra gelir. Daha ziyade Osmanlı türbelerinde kare ve
sekiz kenarlı taş veya mermerden duvarlar üzerine bir kubbe
oturtulurdu. Kubbe kasnakları iki kattır. Kubbe
kasnağına çok sayıda pencereler açılırdı.
Bursa'da yapılan en önemli türbeler Osman, Orhan
türbesiyle Murad Hüdavendiğar, Yıldırım, Muradiye ve
Cem Sultan türbeleridir. 4 ve daha çok kenarlı Muradiye türbelerinin
sayısı onbir tane kadardır. Yeşil Cami'nin
yanında yapılmış olan Çelebi Sultan Mehmed'in (ö.
823/142) türbesi 8 köşeli olup, üzerine sivriye yakın bir
kubbe oturtulmuştur. İç duvarlarının 3 m. yüksekliğe
kadar olan kısmı yeşil renkli çinilerle kaplıdır.
Osmanlı İmparatorluğunun yükselme
devrinde inşa edilen türbelerin en önemlisi Süleymaniye Camii'nin
dış avlusunda Mimar Sinan tarafından yapılan Kanuni
Sultan Süleyman Türbesidir. Sekizgen bir planda olan bu türbenin dış
tarafında 29 sütunlu bir revak binayı kuşatır,
mukarnaslıdır. Türbe kapısının sağ ve
solundaki duvarlar fevkalade güzel nakışlı çinilerle kaplıdır.
Diğer duvarları da çinilerle kaplıdır. Türbenin
içinde 8 sütün üstündeki 8 sivri kemer üzerine bir Kubbe oturtulmuştur.
Bu türbenin yanında Hürrem Sultan'ın türbesi vardır.
İstanbul'da Divan yolu üzerinde Sultan Mahmud
Türbesi ve bunun yanında ufak birkaç türbe daha vardır. Bu
semt bu türbelerden dolayı Türbe olarak da isimlendirilmiştir.
Muhiddin BAĞÇECİ
3-)Genellikle ünlü bir kimse için yaptırılan ve içinde o kimsenin mezarı bulunan yapı
4-)(Mimarlık) İçinde din ve devlet büyüklerinin mezarları bulunan yapı.
Bu bilgi faydalı oldu mu ?







- Caminin imamı, Türbe hakkında Türk heyete bilgi verdi.
Sizde içinde Türbe kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !
